Burjuvazi̇ni̇n yapmadığı devri̇m ve iki̇li̇ ikti̇dar: 1917’ni̇n içi̇ne doğan 1871

Sloganlar, öznenin parçası olduğu nesnelliğin üzerine attığı boya gibidir. Boyanın döküldüğü yerde zemine renginizi çalarsınız ve zemin artık eski zemin olmaktan çıkar, sizden de bir renk taşır. Boyanızı bazen bugünün arızalı parçaları üzerine atarsınız, düzeni teşhir etmek için; bazen de döner dünün mücadelelerine, kavramlarına, örneklerine atarsınız boyanızı, onları bugüne taşımak, ‘başka türlüsü mümkün’e işaret etmek için. Devrimci durumlarda ise tüm nesnelliğin üzerine boca edersiniz boyanızı; kovadaki boya yeterse ve zeminde tutarsa, nesnellik sizin renginize dönüşür.

1917 Nisanı’nda Lenin’in ısrarlı müdahalesiyle Bolşeviklerin boyası olanca kızıllığıyla Sovyetlerin üzerine yayılmıştı. Ancak düzeni teşhir etmek için değil; aksine, iktidarı işaret etmek için. Şubat Devrimi’nin hemen ardından Rusya’da, iktidarın monarşistler ve burjuvazi arasında gidip geldiği bir nesnellikte, komünistler işlevli bir parça buluyor, bunu ön plana çıkarmak istiyor ve sloganlarını bu parça üzerine kuruyor. Hatta hemen birkaç ay sonra sınıf mücadeleleri tarihinden çıkardıkları deneyimleri de bu parçanın yanına koyacaklar; Sovyetleri komün tipi bir devlet aygıtına benzetecekler.

Başlı başına bu bile, yani komünistlerin referanslarının geçmişin ya da geleceğin değil, şimdinin içine doğmuş olması bile; 1917 Rusyası’nda özgün ve sıradışı bir örneğin yaşanmakta olduğunu anlatmaya yeter.

İşte bu sıradışı dönemi Lenin ‘ikili iktidar’ dönemi olarak adlandırıyor ve bu özgün dönem boyunca boyanın zemine düştüğü yerde “Bütün İktidar Sovyetlere!” yazıyor. Bu slogan hem az evvel iktidarın burjuvaziye teslim edildiği Rusya’da barışçıl geçiş yoluyla, en iyi ihtimalle, iktidarı alma iddiası taşıyor; hem de proletaryayı burjuva devrimine yedeklemek isteyen ezberleri bozarak, en kötü ihtimalle, onu burjuva devriminin de öncüsü konumuna yerleştiriyor. Buraya kadar her şey yolunda…

Peki ne oluyor da Lenin Ekim’e giden yolda bir ara bu slogandan vazgeçiyor, Merkez Komitesi’ne sloganın terkedilmesi için baskı yapıyor? Yoksa bu adım bir tür geri çekiliş mi, iktidardan kaçış mı? Ve ötesi, Nisan Tezleri ile küçük burjuva ideolojisinden her anlamda ve kulvarda kopmayı amaçlayan Lenin’in, Sovyetlerdeki tüm partileri bir biçimde içine alan “barışçıl geçiş”ten kastı ne?

Burjuvazi̇ni̇n Si̇yasi̇ Kri̇zleri̇ ve Slogandan Vazgeçi̇ş

Bu yazıda Lenin’in 4 Nisan’da Tauride Sarayı’nda düzenlenen Bolşeviklerin toplantısında Nisan Tezleri’ni okuyarak duyurduğu “Bütün İktidar Sovyetlere!” sloganı üzerinden, Rusya’nın ikili iktidar deneyimine göz atacağız. Kurama ve en belirgin hali sloganın geri çekilmesinde cisimleşen Lenin’in taktik adımlarına geçmeden önce, söz ettiğimiz dönemin siyasi gelişmelerine bir göz atmak kolaylaştırıcı olacak.

Şubat Devrimi gerçekleştiğinde İsviçre’de olan Lenin’i, yaşamını tehlikeye atmak pahasına 3 Nisan’da Finlandiya Tren Garı’na getiren, şüphesiz Rusya nesnelliğinde gördüğü devrimci olanaklardı. Bu olanakların cisimleştiği araç da Şubat Devrimi ile yeniden doğan Sovyetlerdi.

Lenin’in barışçıl geçişi olanaklı gördüğü 27 Şubat-4 Temmuz arasındaki tüm telaşı, burjuvazi tam anlamıyla kendi iktidarını sağlamlaştıramadan Sovyetlerde çoğunluğu elde etmek ve yapılacak bir kurucu meclis toplantısında[1] ülkede tam anlamıyla propaganda özgürlüğünü elde ederek iktidarı almaya ortam yaratmaktı. Bu sebeple Lenin’in Nisan’dan Temmuz’a kadarki dönemde partiye önerdiği temel taktik; barışçıl geçişi riske atabilecek radikal söylemlerden uzak durmak, Bolşevik siyaseti kabaca ‘barış, toprak, ekmek’ olarak somutlanabilecek gerçek ve sade talepler üzerinden halka açıklamaktır. Lenin, Nisan – Mayıs boyunca kendi polemiklerinde bile üslubuna tezat oluşturacak biçimde bunu gözetir. Örneğin burjuva devriminin tamamlandığını iddia ettiği için iç savaş çığırtkanlığı ile suçlandığında, sosyalizmi başlatmaktan değil; işçi, köylü ve askerler denetiminde bir cumhuriyete geçmekten söz ettiğinin altını çizmekle yetinir. Lenin’in bu ‘sabırlı ve sebatkar pratiği’ belirlerken dikkate aldığı ise, Sovyetlerde çoğunluğun henüz küçük burjuva partileri olan Menşevik ve Esarlarda (Sosyalist Devrimciler) olmasıyla halkın halen bunlara beslediği anlamsız güvendir:

“Bu propaganda çalışmasından başka bir şey değilmiş gibi görünebilir, ama aslında bu en pratik devrimci çalışmadır; çünkü durma noktasına gelen, kendi kendisini vaatlerle boğan ve harici engeller nedeniyle değil, burjuvazinin şiddeti nedeniyle değil, (Guçkov[2] hala asker kitlesine karşı şiddet kullanmak konusunda yalnızca tehdit savurmaktadır), halkın mantık dışı güveni nedeniyle devam eden bir devrim başka türlü ilerletilemez. Yalnızca bu mantık dışı güveni aşarak (ve onu sadece ideolojik olarak, yoldaşça ikna ederek, deneyimden çıkan derslere işaret ederek aşabiliriz ve aşmalıyız) kendimizi bu süregiden devrimci lafebeliği cümbüşünden kurtarabilir ve hem proletaryanın hem de genel olarak kitlelerin bilincini harekete geçirebilir…(iz)”[3]

Yüzyıllar süren Çarlık istibdadından çıkmış, iktidarı burjuvaziye bırakırken Sovyetlerin koştuğu şartlar sayesinde tarihinin en özgür dönemini yaşayan, her siyasi örgütün kendi gazetesini çıkarabildiği, legal mücadelenin kapılarının sol partilere sonuna kadar açıldığı bir dönemden söz ediyoruz. Lenin’in barışçıl geçiş tarifine vücut veren olgulardan biri de böylesi bir nesnellik:

“Bu geçiş döneminde, silahlı güç, askerlerin elinde olduğu sürece, Milyukov ile Guçkov şiddete başvurmadıkları sürece, bu iç savaş, bizi ilgilendirdiği kadarıyla, barışçı, uzatmalı ve sabırlı bir sınıf propagandasına dönüşmelidir. Eğer biz, halk bunun gereğini kavramadan önce, iç savaştan söz edersek, Blankicilik suçu işlemiş oluruz. Biz bir iç savaştan yanayız ama ancak kendi sınıfının bilincinde olanlar tarafından verilirse. Ancak halkın despot diye bildiği birisi tahtından devrilebilir. Ama şimdi ortada despot yok: Toplarla tüfekler askerlerin elinde; kapitalistlerin değil. Kapitalistler ise yollarına, şiddetle değil kandırmaca ile devam ediyorlar. Şu anda, şiddet çığırtkanlığı yapmak budalalıktır.”[4]

Bu nedenle Bolşevikler bu süreci, hem Sovyetlerde hem orduda hem de tüm fabrikalarda örgütlenerek, çoğalarak geçirdiler. Şu pasaj örgütlenmenin ne denli hızlı ivmelendiğini göstermeye yeter:

“Bu çabaların sonuçları hemen görüldü. Şubat ayında Petrograd’da iki bin Bolşevik vardı. Nisan Konferansı açılışında parti üye sayısı on altı bine yükselmişti. Haziran sonuna doğru otuz iki bine çıkmıştı. Bu arada iki bin garnizon askeri Bolşevik Askeri Örgütü’ne girmiş ve dört bin asker de “Pravda Kulübü”ne üye olmuştu. Bu kulüp Askeri Örgütün yönetiminde, askeri personel için kurulmuş “parti dışı” bir kulüptü.”[5]

Ve Bolşevikler çoğalırken, halkın en ufak bir talebini bile karşılamayan Geçici Hükümet krizden krize yuvarlanmaya başlar.

Nisan ayında Dışişleri Bakanı Milyukov’un İtilaf Devletleri’ne gönderdiği, Geçici Hükümetin Çarlık ile emperyalist güçler arasında imzalanan tüm anlaşmalara sadık kalmaya hazır olduğu notu, burjuvazinin ilk siyasi krizi olur. İşçi ve askerlerden oluşan büyük bir halk kitlesi, 20-21 Nisan’da (bizim takvime göre 3-4 Mayıs) bu tavrı protesto etmek için kitlesel bir eylem gerçekleştirir. Kriz, Milyukov ve Savaş Bakanı Guçkov istifasıyla sonuçlanır.

Konusu açılmışken bir parantez açalım: Ekim Devrimi’nin hemen ertesi günü yayımlanan Barış Kararnamesi ile Bolşeviklerin tüm gizli anlaşmaları kamuoyuna açıklamaları aslında sürpriz değildi. Burjuva iktidarı altında geçen sekiz ay boyunca Bolşeviklerin en yüksek perdeden dillendirdiği taleplerden biriydi bu. Ve devrimin hemen ertesinde atılan bu adım, halkta müthiş bir güven ve sempati uyandıracaktı.

İstifaların ardından Menşevik ve Esarlardan oluşan altı bakanın da katılımıyla 6 Mayıs’ta ilk koalisyon hükümeti oluşturulur. Petrograd Sovyeti, Geçiçi Hükümet’e katılmayı yasaklayan 1 Mart tarihli kararına ve Bolşeviklerin karşı çıkmasına rağmen, bu hükümete onay verir. Böylece küçük burjuvaziyi temsil eden Menşevik ve Esarlar; Kadetler gibi monarşi yanlısı, büyük burjuvazinin partileriyle birlikte hükümet kurmuş olur. 

Bir diğer kriz 30 Mayıs’ta patlak verir. Bolşeviklerin etkili olduğu Kronştadt’da hükümet komiserliği lağvedilerek iktidarın Kronştad Sovyeti’ne devredilmesine karar verilir. Geçici Hükümet bu girişime hemen müdahale eder; “Kronştadt’taki tüm yurttaşların Geçici Hükümetin emirlerine sorgusuz sualsiz uymak zorunda olduğunu” ilan eden kararlar yayınlar ve durumu çözmesi için hükümette yer alan Menşevik bakanlardan Çereteli’yi görevlendirir.[6] İşte Lenin’in, Geçici Hükümette yer alan Menşevik ve Esarları halkın çıkarlarının savunucusu olmaktan uzaklaşıp yalnızca Jakobenmiş gibi yapmakla yetindikleri için, Plehanov’un yıllar önceki tabirine atıfla, “halksız jakobenler” ilan etmesi ve karşı devrimin saldırıya geçtiği tespitini yapması bu gelişme üzerine olur. (Devrime Doğru, s. 267)

Bu esnada cephede yeni bir saldırı başlatılacağı söylentileri üzerine Bolşevikler 9 Haziran’da Petrograd’da bir gösteri yapmaya karar verir. Ancak Menşevik ve Esarlar bu kararı, hükümet koalisyonunu daha yenice onaylamış Sovyetlerin politikasına bir itiraz olarak değerlendirir ve Geçici Hükümet’ten kentte üç gün boyunca gösteri yürüyüşlerini iptal eden bir karar çıkarırlar. Diğer yandan, gösteriyi geri çekmeleri için de Bolşeviklere baskı yaparlar. Nihayetinde Bolşevikler gösteriden vazgeçer. Ancak kitlelerdeki huzursuzluğun bir türlü dinmemesi üzerine, bu kez Menşevik ve Esarlar halktan bir çeşit güvenoyu almak için 18 Haziran’da ortak bir gösteri yapmayı önerirler. Yaklaşık 400.000 işçi ve askerin, fabrika ve kışlalarından örgütlü biçimde gelerek katıldıkları mitingde ellerinde tuttukları şu pankartları görünce, kararı alanların suratlarını görmek hoş olurdu:

“Kahrolsun On Kapitalist Bakan!”, “Kahrolsun Saldırı Politikası!” ve “Bütün İktidar Sovyetlere!” (Rabinowitch, s.26)

Tümüyle Bolşeviklerin siyasetinin dışavurumu olan bu sloganlar, kitlelerin güveninin Bolşeviklere doğru kaydığını apaçık kanıtlıyor.

Neredeyse her günü gösterilerle geçen Haziran ayının sonuna gelindiğinde, Geçici Hükümet halkın taleplerinden bir tekini bile halen karşılayamamıştır. Ulaşım işlememekte, hayat pahalılığı artmakta, yiyecek sıkıntısı devam etmekte, fabrikalar kapanmakta, cephede itaatsizliğin ölümle cezalandırılacağı haberlerinin yarattığı hoşnutsuzluk kardeşleşmeye tahvil olmaktadır. Köylüler büyük malikaneleri yağmalamaya ve topraklara el koymaya başlar. Cepheden askerler ailelerine şöyle mektuplar yazmaktadır:

“Sizlerden, hiç tereddüt etmeden hayvanlarınızı beyin toprakları üzerinde otlatmanızı ve bu koca göbekli köpeklere sormaksızın topraklarını sürmenizi istiyorum. Onlar bizim kanımızı yeterince emdiler. Derhal bütün işleri ele alınız ve şunu biliniz ki, her iş bitene kadar silahlarımızı bırakmayacağız ve evlerimize elimizde silahla döneceğiz.” (1917 Sovyet Devrimi, s. 378)

Tüm bunlar üzerine, Geçici Hükümet beklenen taarruz emrini vererek kibriti çakar. On gün içinde cepheden gelen haberlerle, yaklaşık 60 bin askerin yaşamını kaybettiği ortaya çıkar. Ve, 3 Temmuz sabahı 1. Makineli Tüfek Alayı yaptıkları toplantıda iktidarın Sovyetlere geçmesi için ayaklanma kararı alırlar. Barakalarından çıkan askerler, cephaneliklerindeki tüfekleri dağıta dağıta fabrikalardan işçileri toplar ve birlikte başkentte bir halk ayaklanması başlatırlar. 

O esnada 2. Petrograd Şehir Konferansı’nı yapmakta olan Bolşevik Parti, silahlı mücadele için henüz zamanın olgunlaşmadığını, diğer vilayetlerdeki örgütlenmeyi hesaba katmadan yalnızca Petrograd’da başlatılacak bir ayaklanmanın başarıya ulaşamayacağını, haklı olarak, düşünmektedir:

“3 ve 4 Temmuz günleri ayaklanma bir yanlışlık olurdu: iktidarı ne maddeten ne de siyasal olarak koruyabilecektik. Her ne kadar Petrograd zaman zaman bizim elimizde olsa da, iktidarı maddeten koruyamazdık çünkü işçilerimiz ve askerlerimiz Petrograd’ı elde tutmak için dövüşmeyi, ölmeyi o zaman kabul etmezlerdi: aynı zamanda hem Kerenski’lere ve hem de Çereteli’ler ve Çernov’lara karşı bu kızgınlık, bu yatışmaz kin o zaman yoktu; Bolşeviklere karşı, Sosyalist Devrimcilerin ve Menşeviklerin de katıldıkları kıyımların deneyimi ile insanlarımız henüz yoğrulmamıştı.

Siyasal olarak 3 ve 4 Temmuz günleri iktidarı koruyamayacaktık, çünkü, Kornilov serüveninden önce, ordu ve taşra, Petrograd’a karşı yürüyebilirdi ve yürüyecekti.” (Nisan Tezleri, s. 142)

Ve sonrasında olanlar şöyledir:

“4 Temmuz gecesi Bolşevikler eylemin durdurulmasına yönelik bir çağrı hazırladı ve Pravda bu çağrıyı aynı gece yayınladı. Ancak aynı gece karşıdevrimci birlikler (belli ki Sosyalist Devrimcilerin ve Menşeviklerin rızasıyla – bu, her türlü gizlilik ihtiyacının geçtiği bugün bile tabii ki hakkında tam bir sessizliğin sürdürüldüğü hassas bir konu) Petrograd’a ulaşmaya başladı. İkinci olarak aynı gece askeri okul öğrencileri ve benzerleri, açık ki komutanları Polovtsev’den ve Genelkurmay’dan aldıkları talimatlar doğrultusunda, Bolşeviklere baskın yapmaya başladı. 4-5 Temmuz gecesi Pravda’nın bürosu basıldı. 4 ve 6 Temmuz’da matbaası Trud tahrip edildi. Voynov adlı bir işçi, matbaadan “Listok Pravdi”[7] taşıdığı için güpegündüz öldürüldü; Bolşeviklere yönelik gözaltılar ve ev baskınları gerçekleştirildi ve devrimci birlikler silahsızlandırıldı.” (Devrime Doğru, s. 302-303)

Bolşeviklere uygulanan baskının şiddetini, gösterinin kitleselliği ölçüsünde düşünebiliriz. Müthiş bir karalama kampanyası eşliğinde cadı avı başlatılıyor; Menşevik ve Esarların gazeteleri de dahil tüm basın Bolşevikleri “karşıdevrimci anarşistler”, Lenin’i ise her sıkıştıklarında yaptıkları gibi, “Alman ajanı” ilan ediyor ve hemen hakkında yakalama kararı çıkartılıyor. Parti merkezinden Kamanev, Troçki, Kollontay tutuklanıyor. Stalin’in hükümetteki koalisyonun bir parçası olan Esarların kendilerine saldırı hazırlığı içinde olduğuna dair tanıklığı ise şöyle:

“Merkez Komite beni, Peter ve Paul Kalesine gönderdi. Ben burada denizcileri savaşa girmemeleri konusunda ikna ettim. Çünkü karşımızda karşıdevrimciler değil, Sovyetler olduğunu söyledim. Merkez Yürütme Komitesi’nin temsilcisi sıfatıyla, Bogdanov ile beraber Kuzmin’in yanına gittik. Harekete geçmek için her şeyi hazırlamıştı: Toplar, süvari, piyade. Silaha başvurmaması için konuştuk. Kuzmin, sivillerin devamlı işlerine karışmalarından yakındı ve Merkez Yürütme Komitesi’nin ısrarlı talepleri karşısında boyun eğmeye ister istemez razı oldu. Öyle görünüyordu ki, Sosyalist Devrimcilerin askeri adamları, sırf işçilere, askerlere ve devrimcilere bir ‘ders’ vermek için kan dökülmesini istiyorlardı. Bunu yapmalarını biz engelledik” (1917 Sovyet Devrimi, s.241)

Sonuçta olan ise şöyle:

“Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler ile yakın temasta olan Petrograd Askeri Bölge Komutanı General Polovtsev, 4 Temmuz sabahı “düzenin” derhal kurulması için talimat verdi. Kentin çeşitli yerlerinde -Nevski Prospect ile Sadavaya’nın köşesinde, Liteini Prospect’te, Mühendisler Kalesi civarında- göstericiler üzerine, provokatörler ve karşıdevrimciler tarafından ateş açıldı. Kazaklar ile Yunkerler [18. ve 19. yy’da Çarlık Ordusu’na asker yetiştiren okul, öğrencileri iç savaş yıllarında Beyaz Ordu’nun belkemiğini oluşturacaklar] saldırıda bulundular. Karşıdevrimciler artık saldırıya geçmişlerdi. Bütün Rusya Merkez Yürütme Komitesi, iki Sosyalist Devrimciyi -Avksentyev ile Gotz’u-, “Petrograd’da devrimci düzeni kurmak ve korumakla” görevlendirilen hükümet komisyonuna yardımcı olmak üzere atadı. 5 Temmuz sabahı, Pravda gazetesi büroları ile Trud (Emek) gazetesi matbaası, karşıdevrimci birliklerce tahrip edildi.” (1917 Sovyet Devrimi, s.239)

Bu satırlardan da izlediğimiz gibi, 6 Mayıs itibariyle Menşevik ve Esarların da içinde yer aldığı Geçici Hükümet ayaklanmayı bastırmak için halka karşı yoğun bir şiddete başvuruyor. Ayaklanmayı bastırmak üzere zalimlikleriyle ünlü Kazak Birlikleri, dahası topçu birlikleri cepheden yardıma çağrılıyor. Burada kritik olansa, başlı başına “hükümetin” şiddet kullanması değil; halkın mantık dışı güvenini kendinde toplamayı halen bir biçimde beceren “küçük burjuvazinin de parçası olduğu bir hükümetin” halka şiddet kullanması. Yoksa Geçici Hükümet 20-21 Nisan olaylarını bastırmak için de, Temmuzdaki kadar yoğun olmasa da, şiddet kullanıyor.

Nihayetinde Temmuz olayları sonucu hükümet başkanı Lvov istifa ediyor ve esasında bir Trudovik olan ancak sonra Esarlara geçen Kerensky, hükümeti kurmakla görevlendiriliyor. Kadetlerle yapılan yoğun görüşmeler sonucu 8 Temmuz’da, önemli tavizler de verilerek, sekiz sosyalist ve yedi liberalden oluşan ikinci bir koalisyon hükümeti Kerensky başkanlığında kuruluyor. Hükümetin ilk kararı 17 Eylül’de ilan ettiği Kurucu Meclis’in toplanmasını Ekim’de belirsiz bir tarihe ertelemek oluyor.

Ve tüm bunlar sonucu, karşı-devrimci burjuvazi koalisyon ortağı küçük burjuvaziyi de yanına alarak iktidarda tekleşiyor. Küçük burjuvazinin siyasi temsilcilerinin burjuvaziden yana kaymalarıyla Lenin, Sovyetlerin artık bir iktidar odağı olmaktan çıkarak ‘karşı devrimin incir yaprağı’ haline geldiğini, dolayısıyla ikili iktidar döneminin karşı devrimci askeri bir kliğin desteklediği burjuvazi lehine sona erdiğini ve böylece barışçıl geçiş devrinin de kapandığını, artık iktidarın yalnız zor yoluyla ele geçirilebileceğini belirterek 10 Temmuz’da şunları yazıyor:

“Rus devriminin barışçıl gelişimi üzerine kurulan umutlar geri dönmemek üzere sönmüştür. Nesnel durum şöyle görünmektedir: ya askeri diktatörlüğün tam zaferi ya da işçilerin silahlı ayaklanmasının zaferi. Bu zafer, ancak, ayaklanma, iktisadi yıkım ve savaşın uzaması sonucu, yığınların, hükümete ve burjuvaziye karşı derin bir kaynaşmasıyla birlikte olduğu zaman olanaklı olacaktır.

“Bütün iktidar Sovyetlere” sloganı, nisan, mayıs, haziran aylarında ve 5-9 Temmuz’a kadar, yani gerçek iktidarın askeri diktatörlüğe geçtiği ana kadar mümkün olan devrimin barışçıl gelişmesinin sloganı oldu. Ne askeri diktatörlüğünün ne de sosyalist-devrimcilerin ve Menşeviklerin, tam, fiili ihanetini hesaba katmadığına göre, bu slogan artık bugün doğru değildir.” (Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s.94)

Lenin yukarıdaki pasajla birlikte dört tezden oluşan “Siyasi Tezler”ini[8], hakkında yakalama kararı olduğundan kendisinin katılamadığı, Temmuz olayları üzerine stratejiyi değerlendirmek üzere toplanan 6. Kongre Toplantısı’na yolluyor. Stalin’in toplantıya sunduğu politik raporu şekillendiren bu tezler, MK içinde en az Nisan Tezleri kadar tartışma yaratıyor. Tartışma en çok da barışçıl geçiş sürecinin sona ermesi ve “Bütün İktidar Sovyetlere!” sloganından vazgeçilmesi noktasında düğümleniyor. Kongre toplandığı sırada Bolşevik Parti, Nisandakinin üç katı örgütlülüğe ulaşmış ve Sovyetlerde küçük burjuva koalisyona karşı etkisini epey arttırmış, orduda kimi alayları tümden örgütlemiş durumda olduğunu belirtmekte yarar var.[9] Böylece Bolşevik Parti’nin Nisan’dan Temmuz’a dek ülkedeki en ileri talep olarak nitelenebilecek “Bütün İktidar Sovyetlere!” sloganı, 6. Kongre’den sonra iktidarı almakta tereddüde düşenlerin sarıldığı geri bir siyasi çizgiyi temsil eder hale gelecek.

Nihayetinde uzun tartışmalar sonucu Kongre’de dört çekimser üyeye karşılık tüm üyelerin oyuyla şu karara varılıyor:

“Devrimin ilk yükselişi sırasında ileri sürülmüş bulunan, iktidarın Sovyetlere devrini talep eden ve partimiz tarafından savunulan bu slogan, devrimin barışçı bir şekilde gelişmesi için öne sürülen bir slogan olup, iktidarın ıstırapsız bir şekilde burjuvazinin elinden proletaryaya geçmesini öngörüyordu. İktidarın barışçı bir gelişme ile ıstırapsız bir şekilde Sovyetlere devri artık imkânsız hale gelmiştir, zira iktidar artık fiilen, karşıdevrimci burjuvazinin ellerine geçmiş durumdadır. Şimdiki durumda biricik doğru slogan, karşıdevrimci burjuvazinin diktatörlüğünün tamamen tasfiye edilmesini talep eden slogandır. Yalnız devrimci proletarya, yoksul köylülüğün desteğiyle, bu görevi, bu yeni atılım görevini yerine getirebilir” (1917 Sovyet Devrimi, s.270-271)

Ancak slogandan vazgeçilmesi, Sovyetlerden vazgeçiş anlamına gelmiyor elbette. Lenin buna dair, iktidarın “Cavaignacvari”[10] karşıdevrimci askeri bir çetenin eline geçmesiyle barışçıl geçişin imkansızlaştığını belirttiği “Sloganlar Üzerine” isimli makalesinde şöyle diyor:

“Sovyetler, bu yeni devrimde [yoksul köylüler ve yarı proleterlerin de desteğiyle proletaryanın öncülük edeceği devrimi kastediyor.]” ortaya çıkabilir; ancak burjuvaziyle işbirliği yapan bugünün Sovyetleri değil, bu gerçekten burjuvaziye karşı mücadele eden devrimci organlar olmalarına bağlıdır. O zaman dahi, tüm devleti Sovyetler modelinde kurmaktan yana oluruz. Mesele genel anlamda Sovyetler değil; mevcut karşı devrime ve mevcut Sovyetlerin ihanetine karşı mücadele etmek. Soyutun somut için ikamesi, bir devrimde en büyük ve tehlikeli günahlardan biridir. Bugünkü Sovyetler başarısız oldu, tümüyle yenilgiden mustaripler, çünkü Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler tarafından yönlendirildiler.

Şimdi bu Sovyetler, mezbahaya götürülen ve zavallıca bıçağın altında meleyen koyunlar gibidir. Bugünün Sovyetleri karşı devrimin zaferi ve galipleri karşısında çaresiz ve güçsüzdür. İktidarın Sovyetlere devri için çağrıda bulunan slogan, iktidarın bugünün Sovyetlerine devri için “basit” bir çağrı olarak yorumlanabilir ve bunu söylemek, bunun için çağrı yapmak, şimdi insanları kandırmak anlamına gelir. Hiçbir şey hilekarlıktan daha tehlikeli değildir.”[11]

Bu satırlar aynı zamanda, Lenin’de daima izini bulabileceğimiz halka karşı dürüst olma prensibinin somut bir örneğini de oluşturmaktalar.[12]

Tüm bunlardan hareketle şunu söyleyebiliriz: Lenin’in barışçıl geçiş nitelemesi, küçük burjuvazinin siyasi temsilcilerinin burjuvaziden uzaklaşarak proletaryaya, devrimci siyasete yaklaştığı dönemleri kapsıyor. Bunun böyle olduğunun son örneği, yine kendisinin “keskin bir dönüm noktası” olarak nitelediği, Kornilov Ayaklanması.

Monarşi yanlısı Kornilov öncülüğünde, iç savaş döneminde Beyaz Muhafızları oluşturacak bir grup gerici subay ve general, emirlerindeki Kazak birlikleri ile bir darbe teşebbüsünde bulunuyorlar. Buraya giden kapıyı ise, Kerensky’nin cephede süregiden kaçışları durdurmak ve olası bir Temmuzvari ayaklanmanın önünü erkenden almak adına; Kornilov ve şürekasına verdiği tavizler açıyor. Ancak bir noktadan sonra olaylar kontrolden çıkıyor ve teşebbüs ancak Bolşeviklerin yardımıyla bastırılabiliyor. Böylece Geçici Hükümet, Temmuz günlerinde silahsızlandırmaya çalıştığı Kızıl Muhafız alaylarının başkentte tekrar boy göstermesine seve seve razı oluyor. 27-31 Ağustos tarihlerinde gerçekleşen bu darbe teşebbüsü sonrası, yeni bir hükümet krizi baş gösteriyor ve bu kez halkın güvenini tümüyle yitirmekten korkan Menşevik ve Esarlar; Kadetleri içeren bir kabinede yer almayacaklarını ilan ediyorlar. İşte bunun üzerine Lenin, 14-16 Eylül’de Merkez Komitesi’ne yönelik yazdığı “Tavizler Üzerine” isimli makalesinde, küçük burjuva siyasetine duyduğu güvensizliği şerh düşerek, birkaç günlüğüne de olsa barışçıl bir geçiş ihtimalinin yeniden doğduğunu yazıyor. (Devrime Doğru, s. 317)

Ve sonuç olarak Lenin’in öngörüsü gerçekleşiyor. Daha yazının mürekkebi kurumadan Menşevik ve Esarlar; İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri MYK’sında, arka planında Kadetlerle varılan bir uzlaşmanın yattığı, Kerensky başkanlığındaki 5 kişilik kabineyi desteklediklerini ilan ediyorlar. Böylece barışçıl geçiş defteri de bir daha açılmamak üzere kapanıyor. Ve bu saatten sonra Lenin, gerektiğinde istifa etme baskısını da kullanarak, bu kez bir restorasyon anlamına gelecek Kurucu Meclis toplanmadan önce, derhal silahlı ayaklanmaya başlanması üzerine yazılar yazıyor; halen “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganında direnenleri hainlik ve korkaklıkla suçluyor.

Bolşeviklerin boyasının harcı

Bolşeviklerin siyasi hattının tüm bilindik formül ve ezberlerden keskin bir kopuşu gerektiren Nisan Tezleri ile bambaşka bir dönemece girdiğini kabul edersek, Temmuz’a kadar vazgeçmeyecekleri “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganının başlangıcını Nisan ayından başlatabiliriz. Temmuz ortasına gelindiğinde ise Lenin, ikili iktidar döneminin sona erdiğini belirterek sloganın artık anlamının kalmadığını belirtiyor. Geri adım atma korkusuna düşmeden, her bir siyasi aktörü temsil ettiği sınıfsal çıkarlardan ayrı düşünmeden ve her uğrakta taktiği sınıf mücadelelerinin seyrine göre belirleyerek yapıyor bunu.

Devrimci bir uğrakta birbirinin zıddı gibi görünen bu taktik adımları güvenle atmasının ardında Lenin’in, Marksizm’den çıkardığı derslere olduğu kadar; teorik anlamda işçi sınıfına, pratikte ise partisine güveni yatıyordu. Ve pusulası iktidardan aşağısını hiç göstermeyen siyasetini, bu ikisi üzerine kurdu. Temmuz günlerinde Raziliv Gölü yakınlarında gizlendiği kulübede bir yandan Merkez Komitesi’ne “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganından niye vazgeçmek gerektiğini bir kez daha yazarken, bir yandan da Marx ve Engels’in eserlerinden çıkardığı notlarla dolu mavi defterinden devlet teorisine çalışması; Lenin’in zihninde teori ile pratiğin birbirinden hiç ayrılmadığına iyi bir örnek.

İşte boyanın tutmasında, teori ile pratiğin bu ayrılmaz bütünlüğüyle örülü cesur siyasetin rolü büyük kuşkusuz. Ancak bu siyasetin harcında çok iyi bir zemin bilgisinin olduğunu da, bir kenara büyük harflerle yazmak gerek.

Lenin, ayaklarını bastığı zemini çok iyi tanıyordu. Bu zemin bilgisini teorik dehasıyla birleştirdi ve nesnelliğin tüm dezavantajlarını adeta fırsata çevirerek devrime götüren bir siyaset ördü. Bu devrimci siyaseti adım adım örerken yeri geldiğinde geri adım atmaktan, ezber bozmaktan hiç çekinmedi; Bolşeviklerin ezberi dahil. İşte Ekim Devrimini var eden ve evrenselleştiren de emperyalizm teorisinden örgüt teorisine çağının tüm ezberlerini bozan, diyalektik olarak mütemadiyen birbirinden beslenen bu devrimci teori ve pratik oldu. 

Siyasette yön tayini programa göre yapılır, o yöne giden yolun taşlarıysa hamleler ve adımlarla örülür. Bazen büyük adımlar atarsınız, bazen daha ufak. Bazen ileri doğru hamle yaparsınız, bazen daha öne atılmak üzere dönüp daha geriden mevzilenirsiniz. Programınız ve ilkeleriniz sabit kaldığı, hedefiniz de daima iktidara kilitlendiği müddetçe geriye doğru attığınız her adım, ana hedefinizden uzaklaştığınız anlamına gelmez. Bu geriye dönük adımlar daha çok parçası olduğunuz nesnellikte kimi dengelerin ve elinizde tuttuğunuz araçlarda kimi niteliklerin değişmiş olduğu anlamına gelir. 

İşte Temmuz’dan Ekim’e giderken ve slogan bir ara geri çekilirken olan tam da buydu. Sloganı geri çekmek, iktidardan vazgeçmek veya bir geri çekiliş anlamına gelmiyor; aksine değişen dengeleri gözeterek iktidarı almak üzere kendi siyasetine alan açmak anlamına geliyordu.

Tarihin zaman çizelgesini kendine çeken irade

Çağını epey geriden takip eden bir nesnellikte dahi devrimin başarıya ulaşabileceğinin pratikte ispatı, Ekim Devrimi’ni evrensel kılan şey de aynı zamanda. O halde, başlangıçta bir dezavantaj gibi görünen nesnelliğin özelliklerini devrimci bir olanağa çevirmesini başarabilmiş irade; kuşkusuz sosyalist devrimin güncelliğinin ispatında aslan payına sahip.

Bu irade, kimilerinin baktığında yalnızca köylüleri gördüğü bir nesnellikte gelişmekte olan kapitalizmin yarattığı işçilerin ayırdına varacak kadar gözü açık, bir işçi sınıfı partisinin toplumun tüm kesimlerinin temsilcisi haline gelmeden devrimin başarılamayacağını bilecek kadar gerçekçi ve düzenin en ufak bir boşluğunu sosyalist devrime vardırana dek genişletmeyi ısrarla deneyecek kadar maksimalist. 

En “geri” nesnelliklerden birini bile devrime elverişli hale getirecek denli Jakoben olan bu irade, bir anlamda olmaz deneni oldurarak sosyalist devrimi çağın ve mekânın ötesine taşıyor, evrenselleştiriyor. Öte yandan iradenin oluştuğu nesnellik, 1917 Rusyası; burjuva devrimlerini yaşayan diğer ülkelerle kıyaslandığında son derece özgün de bir yan taşıyor.

Özgünlüğü, normal koşullar altında feodal bir ülkede burjuva devrimine evrilmesi beklenen bunalımın; bilimsel sosyalizmin yükselip Rus topraklarına ulaştığı bir zamanlamaya denk düşmesinde yatıyor. Bu düşünce Rusya’ya ulaşabildiği içindir ki; feodalitenin bir timsali olan Çar’ın devrildiği bir tarihsel uğrakta Marksizm’den beslenen Bolşevikler ülkelerinde bir adım ötesini, sosyalist devrimi, hayal edebiliyor.

Tarihi bir zaman çizelgesi olarak kabalaştırırsak; 1917 Rusyası’nda iki tarihsel uğrak, Marksizm’in o ana kadarki sınıf mücadelelerinden çıkardığı teoriye göre sırasıyla, burjuva devrimi ve sosyalist devrim, adeta üst üste katlanıyor. Ve bu katlanışta nesnellikten çok zaman çizelgesini iktidar perspektifli bir zemin okumasıyla, üzerine bastığı bugünden kendine doğru çeken ve böylece sosyalist devrimi yakınlaştıran iradenin rolü var. İşte Lenin, böylesi bir üst üste katlanışın gerçekleştiği zamansal aralığı ‘ikili iktidar’ olarak nitelendiriyor. Bu yeni olgu karşısında eski ezberleri tekrar etmek yerine, onu tahlil ederek iktidara giden bir olanağa dönüştürmeyi deneyen de yine Lenin. Aşağıdaki pasaj tam da burada anlatılmak istenenlere denk düşüyor:

“Bu, burjuva devrimi ile sosyalist devrim arasındaki ilişki meselesinde yeni bir çizgi, burjuva devriminin sonuna doğru, doğrudan doğruya sosyalist devrime geçiş için güçleri proletarya etrafında toplamaya ilişkin yeni bir teori, burjuva demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş teorisiydi.

(…)

Bu yaklaşım Batı Avrupa sosyal demokrasisinin taktik görüşlerini tuzla buz ediyordu. Onlar, burjuva devriminden sonra, yoksul köylü kitleleri de dahil, köylü kitlelerinin mutlaka devrimden uzaklaşacağını ve bu nedenle burjuva devriminden sonra, ta ki yeni bir devrimin, sosyalist devrimin vakti gelene dek, proletaryanın “barışçıl” bir şekilde sömürüldüğü, burjuvazinin ise “yasal” olarak palazlandığı 50 ila 100 yıllık, belki de daha fazla sürecek uzun bir mola faslı geleceğini öngörüyordu.”[13]

Öyle ki, Batı Avrupa Sosyal Demokrasisinin yolundan giden Menşevikler ve Esarlar, proletaryayı Şubat Devrimi’nde dahi burjuvaziye yedeklerken; Lenin daha 1905 Devrimi’nin sıcağıyla yazdığı İki Taktik’in önsözünde şöyle diyor:

“Devrimin yazgısı şuna bağlıdır: işçi sınıfı, burjuvazinin bir yardımcısı, otokrasi üzerindeki baskısı yüzünden, kuvvet yönünden güçlü, ama siyasal olarak güçsüz bir yardımcısı rolünü mü oynayacaktır, yoksa halk devriminin kılavuzu ve önderi rolünü mü ?”[14]

Sorunun cevabını bugün biliyoruz, Lenin proletaryaya ikinci rolü biçer; onun yalnız kendi devriminin değil, öncesinde burjuva devriminin de öncüsü olabileceğini, olması gerektiğini iddia eder. Bunu demekle henüz 1905’te Rusya’da sosyalist devrimin gerçekleşeceğini varsaymış olmaz. Cumhuriyetin kurulmasına ve devrimcilerin de kendi siyasetlerini yaymak için yararlanacağı siyasal özgürlüklerin en ileri noktaya taşınmasına proletaryanın öncülük edebileceğini varsaymış olur. Çünkü Marksizm’in en çalışkan öğrencisi, burjuvazinin iktidarı elinde tutabilmek için Cumhuriyeti yeniden monarşiye armağan edecek kadar gericileşebileceğini ve tıpkı kuyruğunu yiyen bir yılan gibi kendi devrimini yiyebileceğini Fransa örneğinden görmüştür. Lenin bu bilgiyi 1905’te Rusya’yı kitlesel grevlerle sarsan işçi sınıfının varlığıyla birleştirir ve sonuçta burjuva devrimi dahi olsa buna proletaryanın öncülük etmesi gerektiğini yazar. Bu, Lenin’in Marx’ın Fransız Üçlemesi’nden çıkardığı derstir.

Bu dersin çıktısı olan tez öylesine güçlü, devrimci, radikal bir iddiadır ve ardında bir sınıf olarak proletaryaya öyle bir güven yatar ki; böylesi bir güven ancak tarihsel materyalizmin bilgisinden kaynaklanabilir. Ve her şey biraz burada başlar. Devrimle buluşan siyaset, bu tez üzerine bina edilir. Proletaryanın yalnız kendi devriminin değil, burjuva devriminin de öncüsü olabileceği tezi, yalnız çağının tüm aşamacı devrim anlayışını bir kenara atmakla kalmaz; Nisan’dan başlamak üzere 1917 yılının tüm uğraklarına da damgasını vurur.  

1905 ile başlayan süreç 1907’ye dek, özellikle Moskova Sovyeti’nde ve demiryolu işçilerinin içinde, Bolşeviklerin yönlendirdiği kitlesel grevlerle devam eder; Çar bir çeşit danışma meclisi olarak görülebilecek Buligin Duması’nı oluştursa ve 17 Ekim’de yayınladığı Manifesto ile halka birtakım ödünler vermiş gibi görünse de devrilmez. Devrim 1917 Şubat’ına kalır ve ismi Bakan Stolipin ile anılacak bir gericilik dönemi başlar.

İşte o dönemin halen sürdüğü, Bolşeviklerin Duma’daki temsilcilerinin neredeyse hepsinin tutuklandığı, Doğu Sibirya’ya sürgün edildiği ve hatta kimilerinin sürgün yolculuklarında öldürüldükleri baskı yıllarında, henüz 1915’te, Lenin; Duma seçimleri üzerine partinin Petersburg Komitesi’nin aldığı kararlara dair yazdığı bir değerlendirmede, Sovyetleri birer ayaklanma organı olarak değerlendirir:

“İşçi Sovyetleri Komitesi ve benzeri kurumsallıklar birer ayaklanma organı olarak görülmelidir. Bu tür kurumlar, politik kitlesel bir grevin gelişimi ve bir ayaklanma ile bağlantılıdır, ikincisinin hazırlığı, gelişimi ve başarısı ölçüsünde kalıcı bir değere sahiptir.”[15]

Burjuvazinin yapmadığı Devrim: Rus burjuva devrimi ve Lenin’in düştüğü “tamamlanma” şerhi

Rusya’da burjuva devrim sürecinin tarihsel benzerleri gibi ilerlemediğini söylemiştik. En başta “Rus burjuva devrimi” dendiğinde, tamlamanın filolojik olarak zihnimize yaptığı çağrışımı unutmamız gerekiyor; çünkü Rusya’da burjuva devrimini yapan burjuvazi değil. Öyle ki, Rus burjuvazisinin Çarlık rejimindense Rus proletaryası ile daha çok derdi var:

“Proletarya ile köylülüğe karşı verilen mücadelede, polise; bürokratik ve askeri gücü elinde bulunduran Çarlığa büyük gereksinmeleri vardı; bu nedenle Çarlığın ortadan silinmesi çabası ikinci plandaydı.” (1917 Sovyet Devrimi, Cilt 1, s.14)

Dolayısıyla Rus Burjuva Devrimi, örneğin Fransa’daki gibi sans-culottes’lar (baldırı çıplaklar, halk tabakaları) ve Fransız burjuvazisinin; aristokrasi ve monarşiye karşı kol kola girerek gerçekleştirdikleri bir devrim değil. Rus Burjuva Devrimi, şüphesiz proletaryanın ve askerlerin gerçekleştirdikleri, ancak küçük burjuvazinin ikircikliliği yüzünden burjuvaziye armağan edilen bir devrim.

Ve söyleyelim, başta burjuvazinin iktidarı almak gibi bir düşüncesi dahi yok esasında. 1917 Şubat’ı öncesi burjuvazinin tek düşüncesi, kendisi için muazzam bir kar kaynağı ve yeni pazarlar anlamına gelen savaşın, bir barışla sonlanması. Politik anlamdaki en büyük hareketliliği de Çar 2. Nikola’nın dış politikada bu korkuyu besleyecek bir hamlede bulunması üzerine gerçekleşiyor. Çar 2. Nikola, Rasputin’in[16] tavsiyesi üzerine İçişleri Bakanlığı’na Almanya ile ayrı bir barış yanlısı Oktobrist[17] Protopopov’u[18] atıyor. Bunun üzerine Müttefik İngiltere’nin de bilgisi dahilinde planlanan Saray Darbesi’nde ise amaç, Rasputin’i ortadan kaldırmaktan ve Çarı değiştirmekten öte değil. Burada dengeleri değiştirense, Çar’ın bu süreçte Duma’yı kapatmasına halkın tepki göstermesi oluyor.

Savaşın getirdiği yıkım, yiyecek sıkıntısı, yokluk nedeniyle 1916 yılının Kasım ve Aralık aylarında 40 binin altına hiç düşmeyen grevlere katılım sayısı, 1917 Ocak ayında 200.000’i aşıyor. 9 Ocak’ta 1905 Devrimi’nin yıldönümünde Bolşeviklerin çağrısıyla başlayan grevler, yoksul köylüler ve askerlerin de katılmasıyla kitlesel halk eylemlerine dönüşüyor. Bu noktada Saray Darbesi’nden çoktan vazgeçmiş olan Rus burjuvazisi, devrimin önünü nasıl alacağını düşünmeye koyuluyor. Ocak ayındaki bu gösteriler, Çar’ın da tüm garnizon ve Ohrana[19] güçlerini seferber etmesiyle bastırılsa da bir ay sonra Bolşeviklerin 23 Şubat Uluslararası Kadınlar Günü’nde yaptığı çağrıyla büyüyen grev dalgası, birkaç gün içinde 170.000 kişiye ulaşarak ikinci bir kitlesel gösteriye yol açıyor. Askerler göstericilere karşı silah kullanmayı reddediyor, kimi birliklerde subayları öldürüp yönetimi ele alıyor ve kentlerdeki gösterilere katılıyor. Ve silahlı kalabalığın Tauride Sarayı’na ulaşmasıyla birlikte, o esnada acil durum toplantısında olan 200 milletvekili ve bakan, alabilecekleri en rasyonel kararı alarak, işçilerin taleplerini öğrenmek üzere, çeşitli burjuva siyasi temscilcilerinden on kişilik bir heyet seçiyorlar. Nikola tahttan çekilmeye karar veriyor ve Petrograd İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti 27 Şubat’ta toplantısının ilk oturumunu açıyor.[20] Hemen ertesi gün Petrograd Sovyeti’nin gazetesi İzvestiya’da yayımlanan bildiri şöyle:

“Devlet Duması’nda oturum halinde bulunan İşçi Vekilleri Sovyeti, başlıca amacının, halkın kuvvetlerini örgütlemek ve Rusya’da politik özgürlük ile halk hükümetini sağlam temeller üzerine oturtmaya çaba harcamak olduğu kanısındadır. Sovyet, Petrograd bölgesinde halk hükümetini kurmak için Bölge Komiserleri atamıştır. Başkentin bütün halkını, derhal Sovyet etrafında birleşmeye, bölgelerde yerel komiteler örgütlemeye, bütün yerel hizmetlerin yönetimini ele almaya davet ediyoruz. Ortak bir çaba ile ve hep birlikte eski hükümeti tamamen tasfiye ederek, evrensel, eşit ve doğrudan gizli oy esasına dayalı bir Kurucu Meclis kurmalıyız.” (1917 Sovyet Devrimi, s.110)

Bu bildiri devrimin asıl sahibini açık ediyor. Sürecin başından beri burjuvazinin başlıca derdi, Çar’ı “kötü” etkilediğini düşündükleri Rasputin’i öldürmek; ki bu “Kahrolsun Savaş, Kahrolsun Çar” sloganlarının yankılandığı halk gösterilerini tetikleyen esas faktör bile değil. Yine de sorulsa bu suikasttan bile pişman olduklarını söyleyecekledir. İşte Tauride Sarayı’nın basıldığı gün bir burjuvanın hissettikleri:

“Makineli tüfekler… İşte benim istediğim; zira makineli tüfeğin dili, bu kuru kalabalığın anladığı tek dildir ve ininden boşanan o müthiş canavarı tekrar inine sokabilecek tek güçtür… Ve ne yazık ki… bu canavar Majesteleri Rus Halkıdır! … Bizim o denli korktuğumuz, ödümüzü patlatan, her ne pahasına olursa olsun kaçınmaya çalıştığımız halk bir gerçek olarak ortadadır. Ve devrim başlamıştır.” (1917 Sovyet Devrimi, s. 102)

Özetle Rus burjuvazisi bu hikayede ‘böyle olsun istememiştir, ama süreç onu bu noktaya getirmiştir.’ Dinmek bilmeyen grevler ve gösterilerin proleter bir devrimle sonuçlanmaması için adeta Rus burjuvazisi, kendi devrimine razı edilmiştir.

Böylece Lenin’in 1905 yılında yazdığı “proletaryanın burjuva devriminin öncüsü olabileceği” tezi pratikte 1917 Şubat’ında ispatlanmış oluyor. Bu sebeple 1916 ve özellikle 1917’de yazdığı yazılarda bu tezi bir kez daha altını kalınca çizerek sahaya sürerken Lenin, hiç de abartmıyor ya da sınıfını kayırmıyor. Aksine Rusya proletaryası bu anılan yıllar boyunca gerçekleştirdiği grevler ve eylemlerle zaten bu tezi olgusal bir gerçekliğe çevirmiş durumda. Aşağıdaki alıntı Şubat’ta henüz iktidar burjuvaziye teslim edilmeden, Sovyetlerin nasıl bir güce sahip olduğunu anlatmaya yetiyor:

“İşçi Vekilleri Sovyeti -ki, devrimin hemen ilk gününden başlayarak aynı zamanda, Asker Vekilleri Sovyeti idi- iktidar halini almıştı. Geçici Komite Başkanı Rodzyanko, çok geçmeden bunu anlamak zorunda kaldı. Martın ilk günü, Çar’ı görmeye Pskov’a çağırıldı. Demiryolu işçileri, Sovyet’ten izin alınmaksızın kendisine tren vermeyi reddettiler. Rodzyanko, Sovyet’e başvurdu ve bu isteği geri çevrildi. O gece Rodzyanko, Çar ile görüşmek üzere direk telefon hattına çağırıldı ama o, telgraf dairesine yalnız gitmekten kaçındı. Suharof; Rodzyanko’nun Sovyet temsilcilerine söylediği sözleri şöyle aktarır:

‘Sayın İşçi ve Asker Vekilleri, yanıma bir refakatçı verin ya da benimle kendiniz gelin; yoksa telgraf dairesinde beni tutuklayabilirler… Ne de olsa, sizin gücünüz ve iktidarınız var. Hiç kuşkusuz siz de beni tutuklayabilirsiniz . … Belki de hepimizi tutuklayacaksınız. Kim bilir?’ (1917 Sovyet Devrimi, s. 109)

Askerler arasındaki durum da aşağı kalır değil:

“Askerlerden bir delegasyon Petrograd’da, Geçici Komite’ye gelerek ordunun devrim karşısındaki tutumunu içeren bir emir verilmesini rica etmiştir. Böyle bir karar için henüz erken olduğu yanıtı verilince askerlerden birisi, “Eh, ne yapalım, biz de bu emri kendimiz yazarız’ diyerek çıkıp gitmişlerdir.

“Biz de kendimiz yaparız” sözleri, devrimin daha başlangıcında, askerlerin kendi kendilerini örgütlemesine yardımcı olan bir slogan olmuştur.” (Aynı sayfa)

Durum bu. Buna rağmen Menşevikler ezberlerinden, “Ama önce burjuva devrimi!” demekten vazgeçemiyorlar. O kadar ki, devrimin önünü almak isteyen Geçici Komite’nin, bir uzlaşma şansı yakalamak uğruna ayaklarına kadar geldikleri toplantıda bile. O toplantıda kurulacak hükümetin biçimini tartışırken Menşeviklerin en solcusu olarak kabul edilen Suhanov bakın ne diyor:

“Çarlığın yerine geçecek iktidar, mutlaka burjuva iktidarı olmalıdır. Trepov ve Rasputin’in yeri, yalnız Duma’daki ‘İlerici Blok’ liderleri tarafından doldurulmalıdır ve doldurulabilir. Bizim ulaşacağımız çözüm böyle olmalıdır. Yoksa darbe başarıya ulaşamaz ve devrim mahvolur. Mülkiyet esasına göre seçilen ve demokrasinin bütün güçleri tarafından desteklenen mevcut devlet makinesi, ordu ileri gelenleri, Semstvos ve Şehir Duması, Milyukov’a itaat edebilir ama Çehidze’ye itaat etmez. Başka bir iktidar mekanizması olmadığı gibi, başka bir mekanizma da zaten olamaz.” (1917 Sovyet Devrimi, s. 112)

Ve Sovyet Yürütme Komitesi 1 Mart gecesi yapılan o toplantıda, kendisi hükümete katılmamaya ama iktidarı; genel af, toplumsal özgürlükler ve haklar, askerlere sivil haklar verilmesi gibi daha pek çok talep ve Kurucu Meclis’in toplanması şartıyla burjuvazinin temsilcilerine bırakmaya karar veriyor.

Bolşeviklerin siyasi kadrolarının sürgün, tutuklu ya da cephede bulunmaları nedeniyle işçi sınıfının her ne kadar kitlesel anlamda varlık gösterebilse de siyasi birlik ve örgütlülükten yoksun olduğu bu uğrakta, hele de niceliksel anlamda işçi sınıfına göre üstünlüğe sahip küçük burjuvazinin burjuvaziye yakınsadığı veriyken; iktidarın bırakılmasa dahi elde tutulup tutulamayacağı bir tartışma konusudur. Ama bu, 1 Mart akşamı Geçici Komite ile yapılan toplantıda bir tartışma başlığı değil, detaydır ancak. O akşam orada asıl tartışılan hükümetin biçimidir ve uzun tartışmalara rağmen çözülemeyen bu sorun, şimdilik iktidar burjuvaziye devredilerek, karara bağlanmak üzere Kurucu Meclis toplantısına ertelenir. Bu erteleme, yani sorunun o akşam o masada çözülememesi bile; ortada ikili bir iktidar olduğunun somut kanıtı. Ve Mart’tan Ekim’e kadar olan tüm o süreçte yaşanan siyasi krizlerde, küçük burjuvazi burjuvaziye doğru kaydıkça; Kurucu Meclis de başka bahara kalır. Çünkü zaten bu ikisi birlikte yönetmektedirler, dolayısıyla hangi biçimde yönettiklerinin ne önemi vardır? Böylece Kurucu Meclisin temel fonksiyonu, küçük burjuvazinin elinde, taleplerine bir türlü sıra gelmeyen ezilen sınıfların umutlarını sömürmekte işlevli bir araç olması olur. Toprak, ekmek, ulaşım, pahalılık, barış… Her sorun çözülmek üzere Kurucu Meclis’e bırakılır, Kurucu Meclis toplantısı ise her seferinde daha ileri bir tarihe ertelenir. O halde ikili iktidar burjuvazi lehine tekleşmeye yakınsadıkça, Kurucu Meclis’in de bir uzlaşmacı restorasyona evrildiğini söylemek yanlış olmaz. Devrimden sonra dahi hükümetin biçimi konusunda karşı-devrimci odaklar, ikili bir iktidar olasılığını zorlamak üzere Kurucu Meclis kozundan yararlanmayı deneyecekler ve hatta “Bütün İktidar Kurucu Meclis’e” dahi diyecekler. Ancak Bolşevikler, Ocak 1918’de yayımlanan kararla, bir çeşit gözdağı da vererek iktidarın Sovyetler ve Sovyet kurumlarında olduğunu kesin bir üslupla bir kez daha hatırlatacak.[21]

1 Mart’tan sonra uzlaşmacıların teslimiyetinden cesaret alan Burjuva liderleri, hemen Çar Nikola’nın yerine oğlu Mişel’i vekil olarak kabul ettirmeye çalışır bile. (1917 Sovyet Devrimi, s. 114) Onları bundan vazgeçirense, yine buna dair en ufak bir kuşkuda sokakları dolduran işçi ve askerlerin tepkisidir. Dolayısıyla iktidarın elde tutulup tutulamayacağı bir yana, 1 Mart gecesi burjuvaziye iktidarı altın tepside sunan bu utanç verici kararın altında Menşevikler ve Esarların imzası vardır. Ve aşamacılıkları durmak bilmez, iktidar teslim edildikten sonra da sıra “Şimdi önce bir burjuva devrimi tamamlanmalı”ya gelir. Lenin’in bu dönemde sıklıkla “Eski formülleri” terk etmeye çağırması, ikili iktidar olgusuna gözlerini kapayan ezbercileredir:

“Eski formül şöyleydi: Burjuvazinin egemenliğinin yerini, proletarya ve köylülüğün egemenliği, onların diktatörlüğü alabilir ve almalıdır.

Oysa gerçek yaşamda şimdiden bambaşka bir şey görüyoruz: bu ikisinin, birinin ve ötekinin, son derece özgün, yeni, şimdiye kadar görülmemiş biçimde birbirine geçişini. Önümüzde, yan yana, bir arada, aynı zamanda, hem burjuvazinin egemenliği hem de kendi isteğiyle iktidarı burjuvaziye bırakan, burjuvazinin kuyruğuna takılan proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünü görüyoruz.”(Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s.23)

Burada altı çizilen kısım iki yönüyle önemli: İlki artık olanlar olduktan, iktidar burjuvaziye bırakıldıktan sonra Lenin, masaya yeni bir kart koyarak krizi fırsata çevirir: Bu kart Burjuva Devrimi’nin tamamlandığı kartıdır.

“İkinci olarak, Şubat’ın burjuva anlamda elde ettiği tek başarının burjuvazinin siyasal iktidara, ikili iktidar koşullarını dengesizliği içinde bile olsa ulaşmış olmasıdır. Bu, Şubat’ın demokratik devrimi ‘tamamlamış’ olması için yeterli sayılıyor. Ve Şubat’ın ertesinde bir dönüm noktası saptanıyor. Lenin, burjuva devrimin “tamamlama” sorununu ortaya atmakta ısrarın, “canlı Marksizm’i ölü metinlere feda etmek” olacağını anlatıyor.”[22]

Bu tamamlanma tezini öne sürerken Lenin, burjuvazinin iktidarını kurumsallaştırdığını falan kast etmiş olmuyor; kaldı ki umrunda olan bu da değil. Lenin burada bir tartışmayı kapatıp kenara koyuyor aslında ve “Bu tartışmayı bir kalemde geçiniz, sosyalist devrimin tam zamanıdır” demiş oluyor.

İkincisi Lenin iktidarın tesliminin ardında yatan siyasi olguyu irdeliyor ve buradan partiye önemli bir görev çıkarıyor:

“Çünkü bütün küçük burjuvazinin, şovenizme (savunma savaşı sonuna kadar götürmeye) doğru, burjuvazinin desteklenmesine doğru, burjuvaziye bağımlılığa doğru, burjuvaziden vazgeçmek zorunda kalmak korkusuna doğru vb. kayması bir rastlantı değil, zorunlu bir şeydir.

Küçük burjuvazi, zaten iktidarı alabilecek durumda ise, ama almak istemiyorsa, onu, iktidara nasıl “itmeli”?

Yalnızca komünist partisinin, proletarya partisinin ayrılmasıyla, bu küçük burjuvaların ürkekliğinden kurtulmuş sınıf savaşımıyla. Yalnızca sözde değil ama fiiliyatta da küçük burjuvazinin etkisinden kurtulmuş olan proleterlerin birlik ve beraberliği küçük burjuvazinin ayakları altındaki toprağı o kadar yakıcı hale getirebilir ki, küçük burjuvazi, belli koşullarda, iktidarı almaya kendini zorunlu görür.” (Nisan Tezleri, s. 29)

Özetle, teslimiyetin işçi sınıfının küçük burjuvazinin etkisi altında kalması, küçük burjuvazinin hatırı sayılır bir parçası olan köylülerinse normal şartlar altında zaten burjuvazinin ağırlığına kapılması sonucu gerçekleştiğini saptıyor. Ve partiye çıkardığı görev ise köylülüğü de küçük burjuvazinin etkisinden kurtarıp devrim için yanına çekebilecek, işçi sınıfının bağımsız siyasi hattının oluşturulması.

Barışçıl geçişe götüren tünel: Sovyetler

Bugünden baktığımızda sınıf mücadeleleri tarihinde ikili iktidara çeşitli örnekler bulunabilir:

“Her devrim, eskisine karşı yeni bir iktidar odağının şekillenmesidir de. Birçok devrim sürecinde aynı anda iki iktidar bir arada var olmuş, kararlar almış, biri ötekinin otoritesini gayrimeşru ilan etmiştir. Devrimlerin en kritik anı, eski iktidarın tasfiyesi, yeni iktidarın kurulma anıdır”[23]

Erhan Nalçacı, 2019 Aralık ayında düzenlenen Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumu’nda yaptığı “21. Yüzyılda Sosyalizmin Temel Özellikleri Kendini Nasıl Gösterecek?” konulu sunumunda buna iki örnek veriyor: Biri 1789’dan 5-6 Ekim olayları, diğeri ise yaklaşık yüz yıl sonra gerçekleşen Paris Komünü.[24] Bunlardan ilkinde kraliyet ve burjuvazi arasında, ikincisinde ise proletarya ile Fransız burjuva- aristokrat koalisyonu arasında bir ikili iktidar söz konusu. Yine Kemal Okuyan, 2009 yılında Gelenek dergisinde yayımlanan bir yazısında Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Kongreler Dönemi’ni ikili iktidar kapsamında değerlendiriyor.[25]

Rusya’da ise Sovyetler ve Geçici Hükümet arasındaki ikili iktidar, Paris Komünü’ne benziyor; Lenin de sık sık yazılarında Paris Komünü’nden referans alıyor, Sovyetler ile Komün arasında benzerlikler kuruyor.

1917 Rusyası’nda özgün olansa söz konusu iki iktidarın iç içe geçişidir. Burjuvazi Şubat’ta siyasi anlamda iktidarı alsa da kendisini tam anlamıyla bir burjuva devlet olarak ilan edememiştir. Lenin Ekim Devrimi’nden hemen önce yazdığı “Devlet ve Devrim” kitabında, mutlakiyetin çöküş döneminde ortaya çıkan burjuva devletin iki ayırdedici kurumu olarak bürokrasi ve kolluk kuvvetlerini sayar.[26] Yine hemen öncesinde Marx’ın Louis Bonapart’ın 18 Brumaire’i kitabından şu alıntıyı yapar:

“Sonunda, parlamenter cumhuriyet kendini, devrime karşı savaşımında, hükümet iktidarının eylem araçlarını ve merkezileşmesini, kendi bastırma önlemleriyle, pekiştirmek zorunda gördü. Bütün siyasal devrimler bu makineyi kıracak yerde daha da yetkinleştirmekten başka bir şey yapmadılar.” (Devlet ve Devrim, s. 36)

Makineyi kırabilecek tek devrimin proleter devrim olduğu hesaba katılırsa, Rus burjuva devriminin de temel amacı sürekli ordu, polis ve bürokrasi eliyle devlet aygıtını daha yetkinleştirmek, kurumsallaştırmaktır. Yetkinleştirilecek aygıtın yüzyıllardır hüküm sürmüş Çarlık düzeninden devralınmış olması bir avantaj olsa da Rus burjuvazisinin önündeki yol dikensiz gül bahçesi değildir. Çünkü karşısında iktidarını hiç de azımsanmayacak ölçüde yeniden kurmuş Sovyetler odağı bulunmaktadır.

Sovyetler, denetim, karar alma gibi işlevleri yerine getiren organlarıyla yerel düzeyde kurumsallığı olan bir yapıdır. Örneğin Petrograd Sovyeti’nin İzvestiya isminde kendi çıkardığı günlük gazetesi, kendi milis gücü; gıda, tarım gibi dallarda kurulmuş çeşitli komisyonları vardır. Tüm ülkedeki yerelliklerde var olan bu işçi, asker ve köylü Sovyetleri sekiz aylık süreçte bir kez toplanıp genel kurul yapmış, yürütme organlarını seçmiştir; yerelliklerde ise seçimler çok daha sık yapılmaktadır. Yine en başta değindiğimiz üzere, her hükümet krizinden sonra yeni kabine Sovyetlerden onay almaktadır.

Bu anlamda Sovyetleri, Paris Komünü tipinde bir devlet olarak tarif ederken tüm bu işlevlerini ve özelliklerini de göz önünde bulunduruyor Lenin. Ve Sovyetleri ancak iktidarı tümüyle alabildiğinde kendisini gerçekleştirebilecek bir embriyo olarak niteliyor. Yani Lenin’in Sovyetlere verdiği değer; yalnızca halkı bir araya getiren, kararların tartışarak alındığı bir tür demokratik platform olmalarından ileri gelmiyor. Lenin Sovyetleri devletin çeşitli işlevlerinin cisimleştiği, henüz embriyo halinde bir devlet aygıtı olarak görüyor ve bu kadar önem vermesi de bu niteliklerinden. İktidarı tümüyle alırsa gelişecek, alamazsa çürüyecek bir aygıttır Sovyetler (Devrime Doğru, s.389). Ve bu aygıtı, burjuvazinin parlamenter Cumhuriyeti’nin karşısına yeni bir hükümet biçimi olarak koyuyor (Nisan Tezleri, s.11). Bunu yapmakla, daha bir ay önce bir türlü karara bağlanamayıp Kurucu Meclis’e havale edilen hükümet biçimi tartışmalarına da esaslı bir yanıt vermiş oluyor.

Sovyetlerin fiili iktidarı ve gücü, hiç de küçümsenecek düzeyde değil. Böylesi bir güce rağmen siyasi öncüden yoksun oluşları iktidarın da elden kayıp gitmesine yol açıyor; o ayrı. Ancak Lenin’e ikili iktidarı ve barışçıl geçişi düşündürten tetikleyici de tam bu süreçte, 28 Şubat’ta İzvestiya’dan yayımlanmış o bildiride vücut bulan Sovyet iktidarında gizli. Süreç boyunca Lenin, “Bütün İktidar Sovyetlere!” sloganında somutlanan barışçıl geçişi, saati yeniden iktidarın tümüyle Sovyetlerde olduğu 28 Şubat’a kurduracak güçlü emareler gördüğünde öne sürüyor. Ve bu geçiş, parlamenter bir geçişi savunan oportünist tezden tümüyle farklı. Kornilov Ayaklanması’ndan hemen sonra, kısacık bir zamansal aralıkta, ikinci kez olası gördüğü barışçıl geçiş üzerine Lenin’in şu yazdıkları bunun böyle olduğunu kanıtlıyor:

“Bir ‘Sovyet Çoğunluğu Partileri Hükümeti’, ciddi reformları gerçekleştirme becerisinden yoksun, tümüyle bürokratik ve antidemokratik tüm o eski devlet aparatına dokunulmadan, tıpkı halihazırda Menşevik ve Esarların programında yer aldığı gibi, bireysel bakanların değişimi anlamına gelir.

‘Bütün İktidar Sovyetlere’ ise demokratik her şeye köstek olan tüm eski devlet aparatını radikal biçimde yeniden şekillendirmek anlamına gelir. Bu, eski aparatı kaldırmak ve bir yenisiyle, halka ait olanla, işçi, asker ve köylülerin silahlı ve örgütlü çoğunluğundan oluşan Sovyetlerin gerçek demokratik aparatıyla değiştirmek anlamına gelir. Bu, aynı zamanda devlet yönetiminin halkın çoğunluğunun girişimine müsaade etme ve sadece seçilen vekillerin değil, aynı zamanda devlet yönetiminin reformları etkinleştirmede ve diğer çeşitli değişikliklerde bağımsızlığı anlamına gelir.”[27]

Ek olarak şu pasaj Lenin’in barışçıl geçişle ne kastettiğini çok iyi özetliyor: 

“Herhangi bir devrimin barışçıl bir biçimde gelişmesi, genel olarak söylemek gerekirse son derece nadir görülen, son derece zor bir süreçtir, çünkü devrim en keskin sınıf çelişkilerinin azami düzeyde şiddetlenmesidir; ancak bir köylü ülkesinde proletarya ile köylülüğün birliğinin olabilecek en haksız ve canice savaşın yıprattığı bir halka barış getireceği bir zamanda, bu birliğin tüm toprakları köylülüğe verebileceği bir durumda, bu ülkede, tarihin bu olağanüstü anında, tüm iktidar Sovyetlere denildiği takdirde, devrimin barışçıl bir şekilde gelişmesi mümkün ve muhtemeldir. Sovyetler bütünüyle demokratik kılınır ve beş yüz askere bir temsilci verilirken bin işçiye bir temsilci verilmesi gibi [Bu fabrikalarda iyi örgütlü olan Bolşeviklerin Sovyetlerdeki sayısını azaltmak için Menşevik ve Esarların belirlediği bir temsil kuralı] gibi küçük hırsızlıklar ve demokratik ilkelerin ihlal edilmesine son verilirse partilerin Sovyetler içerisinde iktidar için verdikleri mücadele barışçıl bir biçimde ilerleyebilir. Demokratik bir cumhuriyette böylesi küçük hırsızlıklar ortadan kalkacaktır.” (Devrime Doğru, s. 346)

Kabaca, propaganda özgürlüğünün tümüyle güvence altında olduğu, demokratik bir cumhuriyet diye nitelenebilir barışçıl geçiş süreci. Ancak, geçici bir olanak olduğunu bir kenara not ederek:

“Bu tür bir ‘iç içe geçmenin’ uzun süre devam edemeyeceğine dair en küçük bir kuşku yoktur. Bir devlette iki iktidar olmaz. Bir tanesi sona ermek zorundadır ve Rus burjuvazisinin tamamı hali hazırda her yerde ve her şekilde Sovyetleri dışarıda tutmak ve zayıflatmak, onları bir hiçe indirgemek ve burjuvazinin tam bir iktidarını kurmak için elinden geleni yapmaktadır.” (Devrime Doğru, s. 212)

Son söz

Tüm bu Şubat’tan Ekim’e giden süreç, bir şeyi çok iyi gösteriyor: Ekim’e giden süreçte Lenin’in öncülüğünde belirlenen Bolşevik partinin siyaseti; asla durağan, kalıpçı, ezberci değil. Aksine, öylesine inişli çıkışlı, öylesine ezber bozan bir yapıda ki… Ve asıl esprisi de belki, bu siyasetin nesnelliği bir adım önde takip edebilecek kadar hızlı olması.

Bu siyasetin örücüsü Lenin’se, sahiden engel tanımıyor. Geçici Hükümetin ve küçük burjuvazinin hakkında yaydığı karalamalar, çıkardığı tutuklama kararları bir yana; bunlarla bir şekilde başa çıkılır. Ancak asıl mesele ülkede devrimci bir aydın olarak kabul gören, Marksist lügatle konuşan, “saygıdeğer devrimci”lerin itirazları, ezberleri, suçlamaları karşısında engel tanımamak; bu daha zor olsa gerek.

Zoru başarıyor Lenin, ama burada durmuyor. İşçi sınıfı iktidarı ile parti arasındaki şey, birkaç ay önce bir sloganda kendi cisimleştirdiği siyaset de olsa; sınıfsal dengeler karşısında bunu geri çekmekte tereddüt etmiyor. Her keskin uğrakta somut durumun analizini yapıyor; ve cesurca partinin siyasetini yeniden belirliyor. Bunu yaparken işçi sınıfını iktidara taşımak dışında umursadığı bir şey yok. Ve bu hedefe partiyi en rasyonel yoldan ne vardıracaksa, onu deniyor Lenin. Kimi zaman barışçıl geçişi olanaklı görüyor, kimi zaman zor yoluyla iktidarın fethini. Sovyetler devrimci bir iktidar odağıyken “Bütün İktidar Sovyetlere!” diyor; iktidarı alamadıkları için çürüdüklerinde ise geri çekiyor. Küçük burjuvazinin henüz halkın gözünde güvenilir olduğu ve burjuvazinin de dişlerini göstermediği özgürlük günlerinde sosyalizmin açıklanmasından bahsediyor; Ekim ortalarında ise Marx’ın ayaklanmayı bir sanat olarak ele aldığını hatırlatarak “Eylemde duraklama ölüm demektir” diyor. Sınıf mücadelelerinin seyrine göre bu taktikleri belirlerken, ister sosyalizme geçiş desin ister sosyalist devrim, 7 Nisan’da Pravda’da yayınlanan programla (Devrime Doğru, s.173), 25-26 Ekim’de Ekim Devrimi olurken toplanan İkinci Tüm Rusya Sovyet Kongresi’nde alınan Barış, Toprak ve İşçi Köylü Hükümeti’nin kurulması diye özetleyebileceğimiz kararlar (Devrime Doğru, s.462-474) arasında fark yok. Ve devrimin saatini kurarken, yani Temmuz’da “Daha zamanı gelmedi” deyip de Ekim’de ısrarla ayaklanma sorununu acilen teknik olarak ele almaktan söz ederken ölçütü, sadece sayıca üstünlük değil. Bundan ziyade Lenin’in gözettiği, ideolojik anlamda proletaryanın toplumun ezilen kesimlerinin temsilcisi haline gelmesi. Nisan’dan başlayarak küçük burjuva ideolojisinin her kırıntısından ve tezahüründen, her anlamda koparak başlattığı siyasetin kapsamı; küçük burjuvazinin etkisi altındakileri ve hali hazırda küçük burjuva olarak nitelenecek köylüler ve yarı proleterleri, işçi sınıfının yanına çekmek; bunları taleplerinin ancak bir işçi sınıfı iktidarında karşılanabileceğine ikna etmek esasında. Ve bu başarıldığı ölçüde, devrimin saati yaklaşıyor. Son olarak Lenin, 1917’nin içinde gizlenen 1871’i görmeyi başarıyor; ikili iktidarın gizi de, Rusya’daki özgünlüğü de bu denklemin içinde. Ve bu karmaşık denklemi çözüyor. Çözmekteki başarısı ise, en çok, bilmekten geliyor. 21. yüzyılın ikili iktidar örnekleri kuşkusuz benzerlerini tekrar etmeyecek, kesişim kümeleri olacak belki, ama en az 1917 Rusyası’nın başına gelen kadar özgün olacakları kesin. Ve beraberlerinde 21. yüzyıla işçi sınıfı iktidarları, sosyalizm deneyimleri getirecekleri de.


Dipnotlar

[1]“Kurucu Meclisin toplanması gerekir mi? D. (Bolşevikler) Evet, en yakın zamanda. Ama Kurucu Meclisin toplanmasının ve çalışmalarının başarısının tek bir güvencesi vardır, bu da işçi, asker, köylü vekilleri Sovyetlerinin gücünün sayıca artmasında ve kuvvetlenmesindedir; tek gerçek güvence olan işçi yığınlarının örgütlenmesi ve silahlanmasındadır.” Lenin, bu broşürü Mayıs başında yazmış. (V.İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Çeviren: Muzaffer Erdost, SOL Yayınları, 8. Baskı, s.77) 

[2] Oktobristlerin (6. dipnota bakınız) kurucusu, savaş çıktığında Merkezi Savaş Sanayisi Komitesi’nin başkanı, ilk Geçici Hükümet döneminde Savaş ve Deniz Bakanı.

[3]  V.İ. Lenin, Devrime Doğru, Çeviren: Alper Birdal, Yazılama Yayınevi, Birinci Baskı, s.215

[4] Gorky-Molotov-Voroşilov-Kirov-Jdanov-Stalin, 1917 Sovyet Devrimi Cilt:1, Çeviren: Alaattin Bilgi, Evrensel Basım Yayın, 1. Basım, s. 161

[5] Alexander Rabinowitch, Bolşevikler İktidara Geliyor – Petrograd’da 1917 Devrimi, Çeviri: Levent Konyar, Yordam Kitap, 2. Basım, s.24

[6] Lenin’in buna dair tepkisi: “Anlayışı kıt ve ürküntüye kapılmış hamkafaların en tipi temsilcisi Çereteli, burjuvazi tarafından atılmış bulunan karaçalmalar oltasını eşi bulunmaz bir “iyi niyet” ile yuttu; karşı-devrimci burjuvazinin bir uşağı rolünü oynadığını anlamaksızın, büyük bir çaba ile Kronştad’ı “yıldırımla vurulmuşa döndürmeye ve ona boyun eğdirmeye” koyuldu.(V.İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Çeviren: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, 8. Baskı, s. 106)

[7] Bolşeviklerin gazetesi Pravda’nın yasaklandığında aldığı isimlerden biri; ’gerçek yaprağı’ anlamına geliyor.

[8] Bu siyasi tezler, Nisan Tezleri kitabı s. 92-95’ten okunabilir.

[9] Sayısal detaylar için 1917 Sovyet Devrimi Cilt 1 kitabının 256 – 260. Sayfalarına bakılabilir.

[10] Şubat 1848 Devrimi’nden sonra Fransa’da Geçici Hükümetin Savaş Bakanlığı’na getiriliyor. Haziran’da Paris işçilerinin ayaklanmasını kanla bastırıyor. Lenin burada, Temmuz ayaklanmasını karşıdevrimci askeri birliklerin desteğiyle şiddetle bastıran Geçici Hükümete atıf yapıyor. 

[11] V.İ. Lenin, Collected Works 25, Progress Publishers, 1974, s. 191-192

[12] Bu konuya dair pek çok başka örnek ve kapsamlı bir değerlendirme için bknz: Sönmez E (2020) Lenin’in Siyaseti, Lenin’in Yazıları. Gelenek, 149: 91-100. https://sol.org.tr/gelenek/leninin-siyaseti-leninin-yazilari-4708

[13] Sovyetler Birliği Komünist (Bolşevik) Partisi Tarihi – Kısa Ders, Hazırlayan Olcay Geridönmez, Kor Yayınları, 1. Baskı, s. 99-100.

[14] Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, Sol Yayınları, 5. Baskı, s. 10

[15] V.İ. Lenin, Collected Works 21, Progress Publishers, 1974, s. 402

[16] Romanov hanedanı döneminde Çarlık Sarayı’nda etkili, doğa üstü güçlere sahip olduğuna inanılan kurnaz bir mujik, amiyane tabirle üfürükçü.

[17] Ya da diğer adıyla 17 October (Ekim) Birliği, 1905 Devrimi sonucu oluşturulan Duma’da (bir çeşit danışma meclisi) büyük sanayiciler ve kapitalistleşmekte olan büyük toprak sahiplerinin temsilcilerinden oluşan, burjuvazinin gerici kanadı.

[18] Bu atamadan önce, 1916 yılında Duma Başkan Yardımcılığı yapan, aynı zamanda Metalurji Sanayisi Konseyi Başkanı da olan büyük bir toprak sahibi.

[19] Çarlık dönemindeki gizli polis servisi.

[20] Bu anlatılanlar ayrıntılarıyla 1917 Sovyet Devrimi 1 kitabının 65 – 105. Sayfalarında yer alıyor. 

[21] E.H.Carr, Bolşevik Devrimi Cilt 1, Çeviren: Orhan Suda, Metis Yayınları, 5. Basım, s. 116

[22] Aydın Giritli, Cengiz Uygur: Türkiye’de Geleneksel Sol: Yüzyıllık Rehavet. Gelenek, 1987, Sayı: 5. https://gelenek.org/turkiyede-geleneksel-sol-yuzyillik-rehavet/

[23] Kemal Okuyan, Devrimim Gölgesinde: Berlin, Varşova, Ankara 1920, Yazılama Yayınevi, 1. Baskı, s.170.

[24] Erhan Nalçacı, “21. Yüzyılda Sosyalizmin Temel Özellikleri Kendini Nasıl Gösterecek?”, Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumu: https://www.youtube.com/watch?v=U2sngdwEXUE (Başlangıçtan dakika 2.44’e dek)

[25] Kemal Okuyan (2009) Yeni Dönemin Teorik Meseleleri, Gelenek, 101: 5-12. https://gelenek.org/yeni-donemin-teorik-meseleleri-0/

 “Söz gelimi, Kurtuluş Savaşı’nın ne kadar demokratik, ne kadar anti-emperyalist, ne kadar halkçı, ne kadar devrimci olup olmadığına ilişkin “makro” bir tartışma yerine “Kongreler dönemi”nin başka ülkelerdeki ikili iktidar olgusuyla ne kadar ilişkilendirilebileceğini araştırmak bana şu aşamada çok daha ufuk açıcı geliyor.”

[26] V.İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, Çeviren: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 9. Baskı, s. 37.

[27] V.İ. Lenin, Collected Works 25, Progress Publishers, 1974, s. 372

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×