Göçmen karşıtlığının psikososyal dinamikleri
Dünyada üç yüz milyondan fazla insanın göçmen, sığınmacı, mülteci gibi isimlendirmelerle, doğdukları ülke dışında kendilerine yeni bir yaşam alanı aradığı belirtiliyor.[1] Yoksul, savaşların veya iç çatışmaların olduğu coğrafyalardan daha varsıl ve huzurlu olduğu düşünülen yeni alanlara doğru gerçekleşiyor bu yolculuk. Göç vermek ya da almak dünyanın artan sayıda nüfusunu ve ülkesini etkiliyor artık.
Göçü oluşturan dinamikler buna mecbur kalan milyonların zorlukları başka bir çalışmanın konusu olsun; bu yazıda bu duruma karşı geliştirilen göçmen karşıtı tutumları değerlendirmeye çalışacağım.
Yanı başımızdaki göçmen karşıtlığı
Çok değil bundan on yıl öncesine kadar göçmen karşıtı tutumlar bize ait değil, özellikle Avrupa ülkelerine içkin bir durum olarak yerini alırdı konuşmalarımızda. Bu konuşmalarda özellikle ülkemizden Almanya’ya göç etmiş olanların karşılaştığı yabancı karşıtı tutumlar kendini gösterirdi. Solingen’de Türk bir ailenin evlerinin yakılarak katledilmesi, olaydaki durumumuzu gösterir, can alıcı örneklerden birisi olarak hatırlanabilir. Misafirperver Türkiye, yabancı düşmanı Avrupa ülkeleri düşüncesi de değişiyor artık. Hayır; ne yazık ki Avrupa ülkelerinde yabancı düşmanlığının azalmasından dolayı gerçekleşmiyor bu değişim…
Fransa ve Macaristan örneği
Göçmen karşıtlığı dendiğinde çok çeşitli ülkelerin aşırı veya merkez sağcı partileri ilk elden akla gelebilir. Son zamanlarda biri Fransa’dan, diğeri Macaristan’dan olmak üzere iki parti ise dikkatleri çekiyor. Her ikisi de ülkesinde yabancı istemediğini belirtir politikaları tartışmasız sayarak siyaset yürütüyor.[2]
Fransa’dan örneğimiz Ulusal Birlik Partisi. 1972 yılında kurulmuş eski bir parti olmakla birlikte bizdeki tanınırlığı Jea- Marie Le Pen’in başkanlığını yürüttüğü döneme, oylarını dramatik bir şeklide arttırarak ikinci parti olduğu 2010’lu yıllara dayanıyor. Literatürde aşırı sağ, bizdeki tabiriyle faşist bir parti. 1980 yılından itibaren göçmenlerin tehlikeli olduğu söylemlerini işliyor. Partiye göre göçmenler Fransa için bir güvenlik ve halk sağlığı sorunu. Küresel bir ebola salgınıyla oluşacak ölümlerle göçmen sorununun çözülebileceğini düşünen Jean-Marie Le Pen’e muhalefeti yükselten kişi ise kendi partisinden biri, aynı zamanda kızı olan Marine Le Pen oluyor. Partinin şimdi liderliğini de yürüten kızından utandığını söyleyen baba Le Pen, kızının bir an önce evlenerek soyadının değişmesi temennisini verdiği mülakatlar arasına ekliyor. Aile ve parti içerisindeki bu kavga ideolojik bir farklılıktan kaynaklanmıyor. Marine Le Pen babasının Avrupa’da hassas bir mesele olan anti-semitik söylemlerinin uygunsuz olduğunu düşünüyor. Göçmen karşıtı tutumda ise temelde bir farklılık yok, aşırı sağdan merkez sağa dengeli bir geçiş söz konusu. Söylemlerdeki farklılık da göçmenlerin salgın hastalıkla yok olmasını isteyen baba yerine, onların evine dönmesi gerektiğini düşünen çocuğu kadar oluyor. “Bir biçimde gitsinler” veya “nasıl giderlerse gitsinler” diyor göçmen karşıtlığı.
Macaristan’daki hareket görece yeni: Jobbik Partisi (Jobbik Magyarorszagert Mozgalom / Movement for a Better Hungary/ Daha İyi bir Macaristan Hareketi) olarak anılıyor. Kolaylık olsun diye tercih edilen Jobbik, bütün ismin “daha iyi” bölümüne tekabül ediyor. Daha İyi Parti (Bizdeki benzerinin olası kapatmada kullanabileceği bir isim. Yaratıcılığı uzaklarda aramaya gerek olmadığını gösteriyor). Kendilerini muhafazakâr, vatansever, Hıristiyan olarak tanımlıyorlar. Onlara göre politikalarını en iyi özetleyense yine bizdeki sağcıları hatırlatan şu slogan: “Macaristan Macarlarındır”.
Parti bizim buralarda çok bilinmese de kendilerine yakın yayın organı N1TV’de çalışan bir muhabir ülkemizde oldukça tanınıyor: Petra Laszlo. İsim tanıdık gelmediyse, 2015 yılında ekranlarımıza düşen görüntülerde Macaristan-Sırbistan sınırından kucağında çocuğuyla geçmeye çalışan bir göçmeni tekmeleyerek düşüren kameraman diyerek anımsatırsam hatırlanabilir.
Macarların aşırı sağcı partisi de göçmenleri maddi ve kültürel bir tehdit olarak görüyor. Onlara göre ülkeye kontrolsüz şekilde kabul edilen göçmenler işsizliği arttırıyor. Gelenlerin çoğu silah kullanmayı çok iyi bilen Müslüman teröristler.
Macaristan’da, akla gelebileceğin aksine aşırı sağdakine benzer göçmen karşıtı tutumlar üreten, sağcı bir parti var. Ancak ülke 2010 senesinde dünyada oluşan yeni göç rotasından en fazla etkilenen Doğu Avrupa ülkesi oluyor. Bu sorun, AB ile bir müzakere ve pazarlık başlığı haline getirilerek üstesinden gelinmesi zor bir gerçeklik haline geliyor. Göçmenleri barındırma, kota artırma buna karşı alınacak maddi yardım iç politikanın tartışmalı unsurlarından biri oluyor. Göçmen karşıtlığı halkta yükselen bir duygu haline gelirken milliyetçi, faşizan söylemler toplumda daha fazla yer bulmaya başlıyor.
Macaristan konusunu kapatmadan önce kameraman Petra Laszlo’nun olay sonrasında çok ciddi tepkiler aldığını, işinden olduğunu, yaptığından dolayı samimiyetle özür dilediğini belirtelim. Panik anında kötü bir karar verdiğini, ırkçı, çocuk tekmeleyen birisi olarak hatırlanmak istenmediğini de belirtir kendisiyle yapılan röportajlarda. Göçmen karşıtlığı bir duygu ya da düşünce olarak bazı şartlarda hızlıca gelişebilse de saldırgan bir davranış olarak eyleme dökülmesi kolaylıkla gerçekleşebilecek bir durum değil.
Avrupa ve dünyada göçmen karşıtlığı
Macaristan ve Fransa dışında Avrupa’nın neredeyse tamamına yayılmış göçmen karşıtı bir eğilim olduğu söylenebilir.[3] Çekya, Slovenya, İngiltere, İtalya, İspanya, Norveç, Polonya, İsveç, Finlandiya, Avusturya ve daha birçok ülkede farklı gerekçelerle de olsa “tehdit algısı” olarak ortaklaştırılabilecek gerekçelerle göçmenler istenmiyor. Göçmenleri istememe oranı yapılan anketlerde %50’nin üstünde, çok daha yüksek sonuçların çıktığı anketler de mevcut.[4]
Dünyanın geri kalanında da tablo farklı değil. ABD, Kanada, İsrail, Hindistan gibi göçmen sorunu bulunan ülkelerde de halkın çoğunluğu ülkelerine göçmenlerin girişlerinin sınırlandırılması gerektiğini düşünüyor. En azından anket sorularına bu yönde cevap veriyor ya da bunu savunan partilere verilen destek artıyor diyebiliriz.
Yine göçmen karşıtlığının yükseldiği ülkelerden birisi Rusya. Sosyalizmde birden fazla etnik unsurun kardeşçe eşitlik içerisinde yaşadığı bu coğrafyada sadece Rus milliyetçiliği değil göçmen karşıtı tutumlar da yükselme eğiliminde. Uzunca bir süredir sınır dışından işçi olarak istihdam edilmek üzere düzenli göçmen kabul eden Rusya’da süreç ekonomik anlamda başarıyla yürütülüyor olacak ki halktaki göçmen karşıtlığı tutum, kültürel gerekçelerle kendisini akla uydurarak araştırma sonuçlarına yansımış durumda.
Türkiye’de durum
Bizde ise göçmen politikaları son on yıldır siyasetin ana gündem maddelerinden biri haline gelmiş durumda. Hatta göçmen karşıtlığı politikaları uygulama vaadiyle kurulmuş partimiz bile var artık: Zafer Partisi!
Merkez sağda oluşan yeni yapıda yerini beğenmemiş olacak ki yeniden daha da sağa yelken açan bu parti kuruluşunu bildik şehit kanı, Türklük, Alparslan ve Mustafa Kemal sembolleriyle ilan etti. İlan eder etmez de ilk vaatlerinden birisi “ülkedeki tüm göçmenleri ülkelerine göndermek” oldu. Göçmen karşıtlığı en azından partinin kurucu lideri Ümit Özdağ için yeni bir tutum değil. Göçmenler konusundaki düşünceleri ortalama bir faşistin görüşlerinden ileriye gitmese de bir kitap çalışması ile bu konuda derinleşme çabası olduğunu göstermiş.[5]
Kitabın tezleri oldukça tandık, bildik argümanlar: Göç aslında güçlü Türk Devleti’ni zayıflatmak için kurulmuş bir komplo. Bunu göremeyen ve göçmen kabulüne devam eden iktidar bir süre sonra artacak göçmen- özellikle Suriyeli- nüfusunun, bu durumun ülke güvenliği için oluşturduğu tehdidin farkında değil. Türk milliyetçiliğinin ironik talihsizliği burada da karşımıza çıkıyor. Anadolu’ya Türklerin yerleşimi bir “göç hikayesi” olarak anlatılıyor. Sonrasında bölgesinde meydana gelen tüm savaşlar ise bölgeyi türksüzleştirme politikasının bir parçası olarak görülüyor.
Kitabın adı yani “Stratejik Göç Mühendisliği”, uluslararası veya bölgesel anlamda göçmen politikalarının nasıl şekillendirilmesi gerektiğini tartıştığı izlenimi verse de henüz ilk sayfada anlatının farklı ilerleyeceğini anlıyorsunuz. İsimde geçen strateji ve mühendislikten kasıt, gelişmiş ülkelerin, yabancı göçmen yollayarak diğer ülkeleri nasıl zayıflatıp ele geçirdiği. Sonuçta hedeflenen yine bir Kürt devleti. Evet yine bir Kürt devleti kuruluyor ama bu sefer, Arap olduğu kabul edilen milyonlarca Suriyeli ile…
Kitap, çoğu sağcı, milliyetçi veya faşist, türlü göçmen karşıtı düşüncelerin de konumunu savunduğu şekilde kendisini masum kılmaya çalışıyor. “Biz aslında Suriyeli düşmanı ırkçılar değiliz, bilakis dostuyuz; kendi iyilikleri için ülkelerine dönmelerinin daha iyi olacağını düşünüyoruz” diyor.
Aynı geleneği temsil eden İyi Parti ise 2019 yılında yayınladığı sığınmacıların üç aşamalı geri dönüş planında ülkede göçmenleri istemediklerini, dönüşlerinin sağlanması gerektiğini ve oluşacak maliyetin Türkiye dışındaki konunun tarafı ülkelerce de üstlenmesi gerektiğini açıkladı. 2021 yılında parti başkanı düzeyinde yapılan, göçmenlerle kavga edilemeyeceği, sorumlunun iktidarın yanlış politikaları olduğu açıklamaları, Suriyelilerin evlerine dönüşünün bir an önce sağlanması gerektiği iddiasıyla tamamlandı.
Açıktan göçmen karşıtı tutumlar bazı CHP’li belediyelerce de sergilenmekte. Adı sosyal demokrat olsa da iyice sağcılaştığı bilinen bu partiden bu türden emekçileri birbirine düşman gösteren politikaların çıkması artık şaşırtmıyor. Söz konusu partinin Bolu Belediye Başkanı, yönettiği şehirde yaşayan sığınmacılara karşı açıktan cephe almış durumda. Bolu’da yaşayan göçmenlere on kat zamlı bir fatura tarifesi uygulayacağını ilan eden başkan, göçmenlere düşman olmadığını, ülkesinin güvenliği için kaygılandığını söyleyerek faşizan uygulamasına sıradan bir kılıf uydurmaya çalıştı. Göçmenler için yapılacak bir referandumun, göçmenlerin istenmedikleri yönünde sonuçlanacağını da iddia ederek “kamuoyunun” beklentilerini anlamış olduğu mesajını da iletti.
Bu tip söylemler partide bir uç olarak görünse de CHP, göçmen karşıtı politikalara Suriyelilerin geri dönmeleri gerektiği yönündeki açıklamalarla çanak tutmakta. Yine yakın zamanda yayınladıkları raporda[6] Suriyeli göçmenleri yaşanılan ekonomik zorlukların, düşen eğitim kalitesinin, sağlık hizmetlerinin aksamasının, oluşan güvenlik tehdidinin nedeni olarak göstermiştir. Suriyeli göçmenlerin yurttaşlar üzerinde yarattığı iddia edilen olumsuz etkiler sıralanırken, göçmenlerin zorlukları raporda yer bulmamış çözüm olarak sunulanlar ise güvenli dış politika, şeffaf harcamalar, kaynakların arttırılması gibi genel politik söylemler düzeyinde kalmıştır.
Sadece ülkemizde değil neredeyse tüm dünyada hem iktidarlar hem de ona muhalif görünen siyasi özneler artık göçmen karşıtıdır. Mevcut iktidarlar göçmenleri kabul etmeyerek, kendi ekonomik ve siyasal sisteminin ihtiyaçları doğrultusunda kabul ederek ya da maddi olanaklarını harekete geçirip göçmenleri kendi coğrafyasından uzak ülkelerde sınırlayarak göçmen düşmanlığına yol açarken, sağcı veya sol görünümlü muhalif partiler açıktan veya dolaylı göçmen karşıtı söylemlerle ülkelerindeki yabancı düşmanlığına alan açmaktadırlar.
Göçmen karşıtlığının psikososyal dinamikleri
Emperyalist işleyişte yaşanan ciddi ekonomik daralma dünyada artan göçmen hareketinin ve oluşan göçmen düşmanlığının en güçlü maddi temeli olarak görülmelidir. Mevcut işleyişi yöneten ulusal iktidarlar maddi olanakları doğrultusunda süreci yönetme gayreti içerisinde olup siyasi yelpazenin sağına doğru gidildikçe açıktan göçmen karşıtı politikaları savunulurken, düzen solunda ise sorunu mümkün olduğunca kendi sınırlarından uzak tutarak atlatmaya çalışma eğilimi gözlenmektedir.[7]
Toplumda yükselen göçmen karşıtlığını siyasilerin tutumlarının basit bir yansıması olarak görmek konuda derinleşme ve daha gerçekçi cevaplar üretme olanağımızı elimizden alacaktır. Kaldı ki belirlenen politikaların önemli bir kısmı halkta kendiliğinden ya da doğalında yükselen bazı duyguların üzerine inşa edilmektedir.
Bu anlamda insanın doğasında yabancı düşmanlığı olduğunu iddia etmek ne kadar idealizmse bunların güncel politikalar sonucunda ortaya çıkan yapay düşmanlıklar olduğunu iddia etmek de bir o kadar naif bir değerlendirme olacaktır.
Göçmenlere karşı tutumumuz[8] kendi ifadesini bireysel alanda bulsa da aslında yaşadığımız, içinde bulunduğumuz veya kendimizi ait hissettiğimiz grubun dinamiklerinin birer yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Ve burada elbette ki sınırlar, yaşadığımız ülkenin sınırları, politik anlamıyla da ulus devlet oluyor. Zaten yabancı düşmanlığının, göçmen karşıtlığının, milliyetçilik, ırkçılık, sağcılıkla bu kadar yakın olmasının bir nedeni de bu. Benzer dinamiklerden köken almaktalar.
Burada sorgulanmadan kabul edilmiş, bugüne kadar yaşamı rasyonalize eden basit bir yargı var: “Benim içimde bulunduğum topluluk, farklılıklarına rağmen her zaman iyisi ve doğrusudur. Dışarıdakiler ise her durumda birbirinin aynı ve birer tehdit unsurudurlar, düşmandırlar”. Bu yargı, hayatı kolaylaştıran bir yarı-bilinçli düşüncedir ve mevcut sosyal yapıya uyumumuzu kolaylaştırır. Kabul edilebilir farklılıkların yarattığı zorlukların üstesinden gelmemizi sağlar, gündelik işlerimizde diğer insanlarla mesafemizi ayarlar, en önemlisi kendimizi güvende hissetmemizi, huzurlu bir yaşam sürmemize olanak tanır.
Diğer türlüsü, her gün yapılan sıradan işlerde dahi karşımıza çıkan her durum için yepyeni bir sorgulama içerisine girmek ve varılacak sonuca göre yeni tutumlar belirlemektir ki pratik olmadığı gibi yorucudur da. İnsanların erişkin döneme geçişle birlikte büyük oranda kendisini hangi gruba ne kadar ait hissettiği sosyal ve kişisel dinamiklerce belirlenmiş olur. Sonrasında elbette ki değişiklikler gösterebilecek bu grup aidiyeti hissinin sürekli değişmesi ise beklenmez. Birden fazla grup aidiyeti hissedilebilir, ulusal, mesleki, dini veya siyasi gibi ama bunlar arasında da bir tutarlılık olur, beklenir.
Tehdit algısı
Göçmen karşıtı tutumların gelişmesinde en önemli etkenlerden birisi işte içinde bulunulan bu gruba ve dolayısıyla kişinin yaşantısına yönelik bir tehdit algılanmasıdır. Tehdit algısı farklı başlıklarda hissedilebilir. Göçmenler işsizlik sorununun nedeni olarak algılanabilir. Yine farklı bir kültürel arkaplandan gelmeleri nedeniyle toplumun işleyişini bozacakları algısı oluşabilir. Özellikle göç eden grup farklı bir dine mensupsa bu algı daha belirgin olur. Göçmenlerin toplumda suç oranını yükselttiği görüşü tehdit algısının düşünsel nedenlerinden bir başkasıdır. Yine göçmenlerin büyük çoğunluğunun savaşçı teröristler olduğu, ülkenin milli bütünlüğünü bozacağı düşüncesi, terör olaylarının artacağı korkusu, tehdit algısını tetikleyen diğer düşünsel önermelerdir.
Burada üzerinde durulması gereken iki şey var. Birincisi, bu algıyı yaratan düşünceler gerçeklerle örtüşmüyor. Kontrollü veya kontrolsüz göçmen akışı olan ülkelerde işgücü sanıldığı gibi ucuzlamıyor. Hatta eğitimli işgücünün reel ücretlerinin arttığı yönünde çalışmalar da mevcut. Suriyeli göçmenlerin ülkemizde artışı ile ücretlerin düştüğü tek sektörün kayıt dışı sektör olduğu yapılan çalışmaların sonuçları olarak sunulabiliyor. Ancak kendi işgücünün ucuzluğunu göçmenler olarak gören kayıt dışı alanda çalışmayan insanlar da var. Yine göçmenlerin gelişi ile suç oranının arttığı, terör eylemlerinin tırmanışa geçtiği iddiaları da doğrulanmış değil.
Bilinmesi gereken ikinci nokta ise: Tehdit algısını oluşturan düşüncenin doğru olmadığı gösterilse dahi kişilerin göçmen karşıtı tutumu değişmiyor. Bu durumda işin başat dinamiğinin bilişsel olmadığını, yanlış bilmekten kaynaklanmadığını söyleyebiliriz.
Kendini gerçekleyen kehanet
Göçmen karşıtı tutumların oluşmasına dayanak olan “haklı” durumlar için ise çok daha trajik bir mekanizma işliyor: Kendini gerçekleyen kehanet. Düşmanca tutum sergilediğiniz, olumlamadığınız, istemediğiniz gruba mâl ettiğiniz özellikler bir biçimde ortaya çıktığında haklı olduğunuz kanaati güçleniyor.
Göçmenlerin tacizci, terörist bir dış grup olduğunu düşünen bir topluluk, koyduğu mesafe yüzünden, dış grubun sosyal uyumu sağlayarak iç grupla sağlıklı ilişkiler kurulmasını engelleyecek ve göçmenler arasında tacize, şiddete yatkın bireylerin görünür olmasına yol açacaktır. Aynı zamanda münferit sayıda yaşansa da örneğin bir yıl içerisinde tek bir göçmen suçu gerçekleşse de tüm göçmen grubu sadece bu olay üzerinden değerlendirilecek, iç grubun taciz konusunda sergilediği benzer olumsuz davranışlar görmezden gelinerek ön yargı dolayısıyla yaşanan gerçeklerden bağımsız bir algı ortaya çıkmış olacaktır.
“Kendini gerçekleyen kehanet” için verilecek bir diğer örnek, 2010 yılından itibaren sayıları artarak ülkemize yerleşmelerine rağmen Suriyeli göçmenlerin yasal statülerinin uzun süre belirsiz kalmasıdır. 2015 yılında uluslararası hukukta bulunmayan “misafir” adlı geçici bir statü verilmiş ve yasal çalışma olanağı kendilerine ancak bu şekilde uzunca bir süre sonunda tanınmıştır.[9] Bu süre zarfında yasal çalışma olanağı bulamayan göçmenlerin toplumda var olan “çalışmadan, sosyal yardımlarla yaşıyorlar” algısı kendini gerçeklemiştir! Yine “halk sağlığı için bir tehdit” oldukları algısı ülkemizde bulunan göçmenlere yeterli ve nitelikli sağlık hizmeti sunulmayarak kendini gerçeklemiştir. Yeterli sayıda aşılanamayan göçmenlerden dolayı kızamık vakalarının artışı akla ilk gelen örneklerdendir.[10]
Stereotipi
Göçmen karşıtı tutumların şekillenmesinde sağlıklı bir muhakemeden çok gerçekliği yeterince sorgulanmayan basit bilişsel kabullerin, korku, tehdit gibi duygusal algıların yanına sosyoloji alanında eklenen bir diğer açıklayıcı kavram ise stereotipidir. Stereotipi, dış gruba karşı oluşturulan basit, tanımlayıcı bilgi, hatta resim olarak tanımlanabilir. Karmaşık olaylarda zahmetsizce tutum almanın basit, işlevsel bir yolu olarak kabul edilir. Her ülkede ya da kültürde değişik örnekleri bulunabilir. En yaygın örneği “aptal sarışın” olarak zihinsel dünyamızda uzunca bir süre yer alan, saçları sarı renkli olan kadınların algılama ve kavrama kapasitelerinin diğerlerine göre daha düşük olacağı streotipisidir. Ya da aynı yetersizliğin spora yönelen öğrenciler için de düşünülmesi böyle bir örnektir: “Sporcu öğrenci başarısız öğrencidir”, gibi. Her örnek olumsuz olmak zorunda değil; siyah renklilerin daha iyi futbolcu olduğu kabulü de stereotipiye bir örnek olarak sunulabilir.
Konumuzla ilgisi ise şu şekilde kurulabilir: bizdeki göçmen karşıtları için ülkemize gelen tüm Afganlar cihatçı teröristlerdir ya da tüm Suriyeliler savaşmayı göze alamamış korkak erkekler.
Kendi yaşam değerlerimizle mesafeli, farklı dini inancı olan, geçmişte çatışmaların yaşandığı topluluklara karşı bu önyargılı stereotipilerin daha çabuk işleyeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Bir dönem “Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti”, İran’dan gelen irticai faaliyetleri engelleyen veya PKK’ye karşı savaşan kahraman Türk Ordusu’na verdiği destekle yaşatabileceğini düşünen bir zihinsel toplamın, şimdi Ortadoğu coğrafyasından geleceklere kucak açması çok da gerçekçi bir beklenti olmayacaktır. Benzer zihniyet, bir radyo programında göçmenlerin Afganistan’dan değil de Ukrayna’dan geldiğinde kabul edilebilir olduğunu savunmuştur. Söz konusu zihinselliğin Ukraynalı göçmen stereotipisini tahmin etmek zor olmasa gerek.[11]
Muhalefet karşıt da iktidar göçmen dostu mu?
Göçmenleri kabul etse dahi hiçbir kapitalist ülke yönetiminin göçmen dostu olmayacağını en başa yazmak gerekiyor. Kontrollü göçmen kabul eden ülkelerin tümü, emek istihdamının planlı bir parçası olarak bu süreci işletmekte. İnsanlığa fayda sağlamak, zor durumdaki halklara karşılıklı yardımcı olmak gibi bir niyeti olmadığı gibi kendi ülkelerinin sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda atılmış adımlar bunlar. “Fena mı işte; bir vesileyle zor durumdaki insanlara yardım edilmiş olmuyor mu?” sorusu gelebilir; hiç çekinmeden “olmuyor” diyebiliriz. Çünkü dünyanın bir bölgesinde gerek yoksulluk gerekse savaşlar nedeniyle yaşanmaz hale gelmesini sağlayan ülkeler ile buralardan göçmen kabul eden ülkeler aynı. Örneğin, Doğu Avrupa’da sosyalist bloğun askeri müdahaleler dahil her türlü yöntemle çözülmesinin planlayıcı ve yürütücüsü olan Almanya’nın, söz konusu coğrafyadan kontrollü göçmen kabul etmesi değil “insaniyet” örneği timsah göz yaşı olarak dahi kabul edilemez.
Nasıl ki ABD’yi, Afganistan’da daha “insani” sığınmacı alma fotoğrafları vermeyi tercih etmiş olduğunda, göçmen dostu ülke kabul edemeyeceksek, emperyalist ülkelerin göçmen veya sığınmacı kabul edip onları kendi kültürel siyasi sistemlerine entegre etmelerini de “doğru göçmen politikası” olarak kabul edemeyiz. Kaldı ki buralarda yaşayan göçmen ve sığınmacıların da yaşamlarının imrenilir olmadığını yazının konusu olmadığı için ayrıntılandırmıyorum. Ve yine aynı ülkelerde göçmen karşıtı tutumların benzer oranlarda yüksek olduğunu sadece bu yabancı karşıtı tutumun gerekçeleri arasında “ekonomik” olanların alt sıralarda yer aldığını belirteyim.
Dünyaya yoksulluk ve huzursuzluktan başka bir şey sunamayan ekonomik bir işleyişin kendi büyük, zengin metropollerindeki insanlara dahi güvende hissettirebilmesi mümkün değil. Hoş; öyle bir niyetleri olmadığı iddiaları da mantığa uygun sayılabilir.
Böyle bir ortamda AKP iktidarının göçmen dostu algısı siyasi hayatlarında karşılaşabilecekleri en olumlu durumlardan biri olsa gerek. Oysa göçmen karşıtı muhalefetimiz dahi işin özünü kolaylıkla çözmüş durumda. AKP iktidarının mağdur halklara planlı bir yardım niyetinin olmadığı, giriştiği sınır ötesi maceraların başına bu çorapları ördüğü, göçmenleri belli bir takım maddi yardımlar sonucunda barındırdığı, bu durumu uluslararası kulvarda kendi çıkarları adına bir fırsata çevirme çabasının olduğu artık AKP’li politikacılar tarafından dahi gizlenmiyor.
Ülkemizde türünün tek örneği olarak vuku bulan, göçmen karşıtı tutumun göçmenlere karşı kitlesel saldırgan bir protestoya dönüştüğü Altındağ olaylarının iktidarın polisi marifetiyle gerçekleştiği, saldırganlığı sergileyen kitlenin iktidarın küçük ortağı partinin mensupları olduğu, belge taramayı gerektirmeyecek kadar aşikâr bir durum olduğundan, ülkenin sağcı iktidarını da gönül ve akıl ferahlığıyla göçmen düşmanları listesine ekleyebiliriz. Akla gelen bir diğer tehlikeli gösteri örneğinde ise yine iktidar partisi bulunuyor. İktidar, pandeminin ortasında, ülkemizde yaşayan göçmenleri, kapıların açılacağı vaadiyle kontrolsüz bir biçimde Yunanistan sınırına taşıyarak günlerce orada beklemelerine neden olmuş, bu vesileyle uluslararası pazarlıklarda pozisyon belirleme gayesi gütmüştür.
Bu arada muhalefetin göçmen karşıtı olduğu, iktidarın göçmenlerden yana göründüğü ülkemizde göçmenlerin fiziksel bütünlüğüne ve maddi birikimlerine karşı saldırgan gösterilerin iktidar unsurlarınca gerçekleşmesinin ayrıca bir paradoks olmadığını belirtelim. Toplumda çeşitli gerekçelerle var olan göçmen karşıtı tutumlar kolaylıkla saldırgan protestolara dönüşmez.[12] Çünkü bu tutumlar yazıda genel itibariyle bahsettiğim üzere grupların kendilerini güvende hissetmeye, zorluklarını yabancı olana yansıtarak rahatlama işlevini yürütür. İşyerinde, okulda, sosyal alanda ayrımcı, adil olmayan davranış biçimleri olarak dışarıya yansır. Bir gruba hatta kişiye karşı saldırıya dönüşmesi ise kolaylıkla gerçekleşen bir durum değildir. Bu tip olaylar genelde özellikle militer, belli bir gücü elinde bulunduran örgütlü siyasi aktörlerin bilinçli bir organizasyonu olarak kendini gösterecektir.
Zorluklarla baş etme yöntemi olarak göçmen karşıtlığı
Dünyanın her geçen gün daha güvensiz ve çok daha tehlikeli bir yer olarak algılandığı çok açık. Savaşların, açlığın, felaketlerin haberlerin ilk sırasında yer aldığı, ölümlerin, yaralanmaların, şiddetin her an canlı bir görsellikle önümüze düştüğü bir dünyada kendini güvende hissetmek için epey ayrıcalıklı olmak gerek. Temel yaşam kaynaklarının her an ellerinden kayması, fiziksel bütünlüğünün zarar görmesi veya her an sevdiklerini çok çeşitli nedenlerle kaybedebilme ihtimali gibi dertler, biz büyük insanlığa ait. Her an bunu bilerek sağlıklı bir yaşam sürdürmek de açık ki mümkün değil. Bununla baş etmenin bir yolu olup bitenlere gözünü kapatan apolitik bir tutum almakken bir diğeri de kendi başına gelmeyecek olduğuna kişinin kendisini inandırmasıdır.
Tecavüze uğrayan kişiye hemcinsinin “o saatte ne işi varmış” diye sormasının bir nedeni de felaketi dışsallaştırmak ve yaşayan kişiye sorumluluğun tümünü yüklemektir. İş kazasında ölen işçi de yeterince önlem almamış, trafik kazalarında her gün ölen onlarca kişi dikkatsizliklerinin kurbanı olmuştur. Diğer türlüsü her an bunun kendi başına da gelebileceği koşullarda yaşadığı gerçeğiyle, bunun korkusuyla yüzleşmek anlamını taşır.
Ülkemizde orta sınıfın gelişmiş bir Avrupa veya Amerika ülkesine göçmen olarak yerleşmesi artık hayal değil neredeyse fiili bir durum. İmkân dahilindeyse “bari çocuk kendini kurtarsın” diyerek çocukların gönderildiği özel okullar ya da üniversitelerin yurtdışı bağlantısı ve yurt dışı iş imkânı aranıyor. Burası bir plan ve işliyor. Peki ya her an mülteci durumuna düşebilme ihtimali? Ülkeden bir gün kaçmak gerekirse? Şeriat ilan edilir veya savaş çıkarsa? Bundan beş sene önce biri başkent olmak üzere ülkenin iki büyük şehrinde savaş jetleri alçak uçuş yaptı, tanklar sokaklarda yürüdü. Böyle bir belleğin bu ülkede güven duygusunu tesis etmesi ne kadar mümkün? Elbette burada sağlıklı politik bir tutum geliştiremeyen zihinsel yapı, mağdura sorumluluk yükleyerek korkuları ile baş etmeye çalışacaktır. “Göçmenler zaten korkak teröristlerdir, ülkelerini savunmamış tembellerdir” algısıyla hareket etmek, kişinin bu dünyada yaşayabileceği tehlikeleri zihninde bir yanılsamayla da olsa azaltmasına hizmet edecektir. Göçmen karşıtı tutumların oluşmasında işleyen bir diğer psikolojik mekanizma da budur.
Göçmen karşıtı tutumlar nasıl iyileşir?
Eskiden göçmenlerin geçiş yolu olan ülkemiz artık nüfusuna oranla en fazla göçmen kabul eden ülkeye dönüştü. Yani “misafirperver” olup olmadığımızın belli olacağı gerçek bir durumla karşı karşıyayız. Ege ve Akdeniz suları gizli bir göçmen mezarlığına dönmüş durumda. Van’daki göçmen mezarlığı ise gün geçtikçe büyüyor.[13] Ülkemize varabilenler buraya gelirken karşılaştıklarından çok daha büyük engellerle bizimle birlikteyken karşılaşıyor ve hiçbir yere kıpırdayamıyor.
Şanslı olanlar bizimle birlikte dışlanma ve suçlanma riskine rağmen yaşamlarını devam ettirebiliyor. Doğrudan buraya gelmek için yola çıkanlar da var. On sene az bir süre değil. Farklı Ortadoğu ülkelerinde artık burada akrabaları olan, yaşam koşullarını iyileştirmek için buraya gelmek isteyen milyonlarca insan var.
Göçmenliği yaratan yoksulluk ve savaş gibi zorluklar aynı şekilde göçmen karşıtı tutumları da oluşturuyor.[14] Elbette ki bunu yaratan emperyalist işleyiş değişmedikçe sorunun tamamen çözümünü beklemek gerçekçi olmayacaktır. Fakat göçmenlere karşı gelişen tehdit algısı, bilişsel boyutta doğru politika ve deneyimlerin gerçekleşmesi ile değişebiliyor. Aynı yerde kardeşçe çalıştıklarında, eğitim aldıklarında, sosyal yaşantılarını sürdüklerinde tutum değişebiliyor.
Söylem düzeyinde göçmenlerin geri gönderilmesi gerektiğini iddia eden her türlü politik iddia sorunu derinleştiriyor. Gerekçesi ne olursa olsun, insanların göçmenleri bir tehdit olarak algılamasını rasyonalize ediyor. Göçmenleri ekonomik bir rakip, güvenliğe bir tehdit olarak anlatan söylemler de öyle. Bu düzlemde konuşulacaklar yurdundan göçmek zorunda kalmış insanların zorluklarının öncelenmesi ve çözüm yollarının aranmasıyla sınırlı kalmalı. Onlara ait sınırlı özel alanlarda değil, elbette ki yeni bir tehdit algısı oluşturmadan, yani ekonomik ve sosyal anlamda planlı bir biçimde halkın yaşantısına dahil olmalılar. Siyasi faaliyetler bu kardeşlik algısı üzerinden dayanışma temelli olarak organize edilmeli.
Bunu kolaylıkla yapabilecek tek unsur komünistlerdir. Sadece dünyadaki tüm kaynakların eşit bölüşülmesi gerektiğini, tüm insanların kardeşçe yaşayabileceğini düşündükleri için değil, sorunu yaratan maddi koşulları değiştirebilecek, sorunun çözümü için insanlığın bugüne kadar biriktirdiği bütün kaynakları seferber edebilecek tek devrimci güç oldukları için.[15]
Ekmeğin, şekerin, pirincin, kitabın; sağlığın, eğitimin, müziğin büyük insanlığa nasıl olsa yeteceği umudunu taşıyan tüm emekçiler dünyadaki ve ülkelerindeki göçmen sorunlarının üstesinden gelmeyi başaracaktır…
Dipnotlar
[1] Dünya Göç Raporu 2020 https://worldmigrationreport.iom.int/wmr-2020-interactive/
[2] İlhan Aras, Akın Sağıroğlu. Avrupa Aşırı Sağında Göçmen Karşıtlığı: Fransa ve Macaristan Örnekleri. Mukaddime, 2018, 9 (3): 59-77.
[3] Cevdet Acu. Göçmen karşıtlığı ve gelir dağılımı eşitsizliği. Independent Türkçe. 21 Temmuz 2021. https://www.indyturk.com/node/389926/türki̇yeden-sesler/göçmenkarşıtlığı-ve-gelir-dağılımı-eşitsizliği
[4] Grafiklerle: Avrupa’da göçmen karşıtlığının en yüksek olduğu ülkeler. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43392262
[5] Ümit Özdağ. Stratejik Göç Mühendisliği. https://umitozdag.com/wp-content/uploads/2021/04/STRATEJIKgoc-2-baski-PDF.pdf
[6] Cumhuriyet Halk Partisi (2019) Sarayın Yanlış Göçmen Politikasının Faturasını Vatandaş Ödüyor. Bilim Platformu Politika Notları. https://chp.azureedge.net/a10fe87d039c4459938a878c4a33aa9a.pdf
[7] Bu başlıkta değişik bir örnek olarak verilebilecek olan Estonya’nın merkez sağda konumlanan siyasi iktidarı, 10 Afgan mülteciyi kabul edeceklerini ilan ederek tüm kamuoyunu şaşırtmış; ardından bu sayıyı otuza çıkartarak çözüme sundukları katkının boyutunu arttırmıştır!
[8] Elliot Aronson, Timothy Wilson, Robin M. Akert. Sosyal Psikoloji (çev. Okhan Gündüz). Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1. Basım, 2012. [Yazının farklı yerlerinde bu kitaptan yararlanılmıştır].
[9] Suriyeli mülteciler dosyası: Misafirlik uzadı mı? https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/10/151005_suriyeli_multeciler
[10] Hastanelerden ücretsiz faydalanabilmelerinin yeterli sağlık hizmeti aldıkları anlamına gelmediğini belirtmeden geçmeyelim.
[11] ”Ukrayna’dan bayan mülteciler gelse hepimiz evimizde konuk ederiz.” https://www.youtube.com/watch?v=tEDWeHdEsNA
[12] Richard T. LaPiere (1934). Attitudes vs. Actions. Social Forces, 13(2), 230–237.
[13] Van’ın göçmenlerle büyüyen kimsesizler mezarlığı.https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-57960939
[14] Kim bu göç dalgasının sorumlusu? Boyun Eğme – Günlük. 28 Temmuz 2021. https://www.tkp.org.tr/wp-content/uploads/2021/07/BOYUNEGME_Sayi339_28Temmuz.pdf
[15] Türkiye Komünist Partisi. Göçmen sorunu emek sorunudur. 16 Ağustos 2021. https://www.tkp.org.tr/aciklamalar/gocmen-sorunu-emek-sorunudur/