Sakin ol champ! Pandemide sermaye sınıfının halleri

Henüz bir yıl dolmamasına rağmen pandemi hayatımızı oldukça etkiledi. İlk vakanın açıklandığı günden bu yana bilimsel anlamda epey yol kat edildi. Örneğin artık geliştirilen aşıların yaygın kullanımı tartışılıyor. Aşılamanın salgını tamamen ortadan kaldırmasa da hızını kırması bekleniyor.

Salgın etkeni olan virüs hakkında, bulaşma şeklinden korunma yollarına çok şey öğrenildi. Sosyal hayatı kısıtlama ve çalışma şekillerini mevcut duruma uyarlamayı da bu arada öğrendik. Uzaktan eğitim, evden çalışma, mesafeli çalışma, eve sipariş verme ve çevrimiçi sohbetler kimilerinin tercihi olmaktan çıktı, milyonlarca, hatta milyarlarca insan için zorunlu hale geldi. Bu durumların ne kadar devam edeceği hakkında kesin bir şey söylenemiyor.

Pandeminin hayatımıza kattığı yenilikler bunlarla sınırlı değil. Temizlik alışkanlıklarımızı, selamlaşma ritüellerimizi, beslenme biçimimizi dahi değiştirdi. Aynı evde yaşadığımız ebeveyn, eş ve çocuklarımızla bile aramıza fiziksel bir mesafe koyduk; bazen evin ortak alanlarında bir araya gelmekten kaçındık.

Artık yepyeni günlerimiz, bambaşka alışkanlıklarımız mı olacak?

Bu cümle kalıbıyla da çok karşılaşmaya başladık.  Tıpkı ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ gibi geleceğin de beklediğimizden farklı şekilleneceğine dair söylemler mevcut. Eğitimlerin çevrimiçi devam edeceği, kapalı salon toplantılarının ortadan kalkacağı, çalışmaların uzaktan sürdürüleceği, alışverişlerin evden yapılacağı ve hemen her şeyin bilgisayara, internete ve otomasyona daha çok bağlı olduğu, insanların bir araya gelişlerinin sınırlandığı bir gelecek…

Kimileri için özlenen, heyecanla beklenen, zaten öyle olması gerekir denen durum; kimileri için ise karanlık bir tablo…

Son zamanlarda en çok kâr eden şirketlerin bilgisayar programları geliştiren yazılım firmaları olması, uzaktan çevrimiçi toplantı olanağı sağlayan bilgisayar programları ve uygulamaların en çok talep edilen ürünler olması bunun bir göstergesi olarak sunuluyor. Zarar eden, “yatırım yapılmayan”, destek görmeyen, bu nedenle kapanmak zorunda kalan, sosyal ihtiyaçlara yönelik olan kafe, bar, sinema, tiyatro gibi alanlar ise diğer uçta yer alıyor.

Gerçekten öyle mi olacak? Olacaksa da bu durum işin doğal akışı mı yoksa egemen unsurlarca planlanan veya piyasanın gizli elleri ile yatağını bulan bir akış mı?

Değişmeyenler de var!

Değişmeyen derken salgın günlerinde yoğunluğu artarak devam eden sağlık hizmetlerinden, lojistik hizmetlerinden ya da enerji üretiminden bahsetmiyorum. Değişmeyen hatta pandemi günlerinde artarak, katlanarak, devam eden şey eşitsizlik.

Salgının başında, hastalığın aslında dünyayı ele geçirmek isteyen güçlerce üretildiği, topluma maddi olarak yük olan yaşlı kesimin ortadan kalkmasını isteyen akıllarca tasarlandığı gibi fantastik inançlar çokça karşılık bulmuştu. Bunun yanında hastalığın zenginleri etkilediği ve belki de bu sayede dünyanın daha adil bir yer olacağı boş inancı da yerini almıştı.

Henüz hastalığın hangi ülkelere ne kadar yayılmış olduğunu bilmediğimiz zamanlarda ünlü siyasetçilerin, oyuncuların ve patronların hastalığa yakalandığı haberlerini sıklıkla görüyorduk. Oysa bunun çok daha basit ve günümüz gerçeklerine uygun bir açıklaması vardı: Tanı testlerinin halkın kullanımına açılabilecek kadar yaygınlaşmadığı ilk kesitte sadece zenginler bu teste ulaşabiliyor, yaptırıyor, sonucunu açıklayabiliyordu. Teste ulaşamayan yoksul halkın payına düşen ise mevsimsel grip tanısı ile işine devam etmek, ağır zatürre tanıları ile hastanelerde yatmak, açıklanamayan bir nedenle yoğun bakımda yaşam mücadelesi vermek veya “doğal yollarla” ölmekti.

Artık neyse ki o kadar karanlık günlerde değiliz, en azından bazılarımız Covid-19 tanımızı ölüm belgemize yazdırarak göç edebiliyoruz dünyadan. Hastalığa yakalanmamak için kendimizi karantinaya almak, işe gitmemek gibi bir şansımız ise kapitalizmin mutlak yasalarına tabi: bu şansını, ancak satın alabilirsen kullanabilirsin! Tıpkı istediğin eğitimi alma, istediğin yerde tatil yapabilme, istediğin yere seyahat etme, istediğin evde yaşama, istediğin arabayı alma, istediğin şehirde yaşama özgürlüğüne sahip olmak gibi. Bu özgürlüklere ancak emek gücümüzün ederi doğrultusunda ulaşabiliyor olmamızın da bir önemi yok. Bir işimiz yoksa veya yeterli maaşa sahip değilsek, bunlar bizim yetersizliğimiz olarak gösteriliyor. Tıpkı hastalığa yakalanmamızın nedeninin bizim önlemlere uymamamız olarak açıklanması gibi. Evde kalmamışızdır, maske takmamışızdır, el yıkamamışızdır. İşe gitmek zorunda kalmış olmamız, uygun ve yeterli sayıda maskenin, hijyen malzemelerinin maliyetlerini karşılayamamış olmak “ideolojik düşünmektir”.

Gerekli kamusal düzenlemelerin yapılmayıp, sorumluluğun yoksul yığınların özensizliğine mal edilmesinin doğruluğuna kanıt olarak gösterilebilen tek şey ise “gerekli özeni” gösterebilenlerin varlığı. İşe gitmek zorunda olmayanlar…

Her zaman olduğu gibi işin düğümlendiği noktada eşitsizlikler var: Ölümüne çalışmak zorunda olan geniş yığınlar karşısında çalışmadan yaşayan dar bir azınlık…

Tek göz odalara sıkıştırılan milyarlar; özel adalara sığamayan çiftler

Salgının başlarında, pandeminin nasıl izleyeceği, hangi ülkelerin nasıl hazırlıklar yaptıkları anlatıları arasında multi-milyarder zenginlerin planları da zaman zaman yer buluyordu: Amerikalı zenginler soğukkanlıydı. Kendilerine ait adalara çekilme planları hazırdı. Hastalık belirtileri gelişirse özel uçakları ile hangi kliniğe gidecekleri planlanmıştı. İtalyan köylerini tercih edecek cesurlar da vardı aralarında, eğer köyde hastalık görülürse kıyamet senaryoları için hazır tuttukları sığınaklarına giderlerdi. O kadar rahatlardı ki tek sorun, sürekli seyahat eden insanlar olarak eşleri ile bu kadar uzun süre vakit geçirmek zorunda kalacak olmanın yaratabileceği olumsuzluklardan duydukları endişeydi.

Bir tarafta gitmek zorunda olduğu işten kaptığı hastalığı, evdeki yaşlıya bulaştırmamak için ayıracak bir ikinci oda bulamayan, tek göz konutlarda yaşayan milyarlar, diğer tarafta sürdüğü sefahati özel adasında devam ettirecek binler…[1]

Nerede bizde böyle zenginler demeyin!

Türkiye’nin kapitalistleşme sürecindeki motivasyonunu özetleyen söylemlerden biridir: her mahalleden bir zengin çıkaracağız! Gerçi bize özgü değildir, kapitalist iktisadın temel argümanıdır: buna göre birileri zenginleştikçe toplum zenginleşir. Bu zenginleşen kişi yeni istihdam alanları yaratır, vergi verir, sosyal projeler üretir. Ülke ve toplum gelişir vs. vs.

Bu işler bizde öyle olmaz, yolsuzluklar yapılır, vergi kaçırılır, sermaye çarçur edilir” gibi bir düşünce de aslında modeli güzellemeye yönelik başarısızlıkları örtme argümanıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, hatta öncesinde İttihat ve Terakki ile seçilen kapitalist kalkınma yolu ve buna bağlı olarak “müteşebbis ruhlar” yaratma, mahallelerden zengin çıkarma, iş adamı üretme, sanayici teşvik etme serüveni ülkemizde sanıldığından çok daha fazla başarılı oldu. Öyle ki her yıl ekonomi dergilerince açıklanan dünyanın en zengin kişileri listesine Türkiye’den kırk kişi dolar milyarderi olarak girdi.[2] Haberlerde açıklanan servetler için ‘eksiği yok hatta fazlası olabilir’ notu da düşüldü. Ülkedeki milyarder sayısı yıllara göre değişmekle birlikte sonuç açık: Tepedekilerin serveti artmaya devam ediyor.[3]

Hâl böyle olunca “bizim” milyarderlerin verdikleri pozlar da yurtdışındakilerden geri kalmadı. Güler Sabancı mesela, uluslararası konsorsiyumdan gerekli mesajları almış olacak ki kendisine karantinada arkadaşlık etmek üzere bir eşeği seçti.[4]

Ailenin diğer üyeleri boğazdaki yalılardan spor yaptıkları fotoğrafları paylaşıyordu. Fotoğrafta görülen yerin “şahsi mülk” olabileceğini hayal edemeyecek bizleri ise “sakin ol champ; evdeyim” diyerek rahatlatıyorlardı.[5] Aynı zenginimiz pandemi döneminde kendisi gibi evde vakit doldurmaya çalıştığımızı düşünmüş olacak ki bir başka gün de bizleri üç küsur milyon liralık yeni kol saati ile oyaladı.[6] Sadece kola aksesuar olarak takmak için satın alınan nesnenin maliyeti yaklaşık bin beş yüz ailenin aylık asgari geçim bedeli olsa da yabancıların aldıkları, taktıkları yanında sönük kaçabilir.

Aradıklarınız adalar, özel uçaklar gibi daha gösterişli şeylerse üzülmeyin, onlar da var. Zaman zaman ülkemizde ‘hangi zengin, hangi adanın sahibi’ görsel galerileri yayınlanır; adaların birçoğu da 2010 sonrası hazinenin kaynak yaratmak için satılığa çıkardığı adalardır.[7] Hangi zengin iş adamının, hangi tip özel jet uçağı olduğu da benzer şekilde ara ara yayınlanır. Zaten, sivil havayolu taşımacılığı pandemiden etkilenen sektörlerin başında gelse de özel iş jetlerinin küresel piyasası canlı. Pazarı canlı tutanlar arasında ise Türk müşteriler de var.[8]

Zenginlerimizin pandemideki ilgi alanlarından biri de özel doğum günü partileri. Birçoğu kapalı mekanlarda önlemlere uyulmadan gerçekleştirilen bu partilerden hiç birisine müdahale edildiğini göremedik. Tam onları koruyan sihirli bir güç mü var acaba diye düşünürken birçok alanın öncü kuruluşu Koç Holding bizi bu konuda da aydınlattı. 90 yaşındaki Rahmi Koç, verdiği parti sonrasında testinin pozitif çıktığını açıkladı. Hem de sınırlı sayıda davetli olmasına ve hatta gelen kişilere özel test yapılmış olmasına rağmen gerçekleşmişti bu talihsiz olay.[9] Hastalığa yakalanmalarını engelleyen şeyin zenginliklerinin sağladığı imkânlar olduğunu, aynı imkânların onları hastalığın ağır seyretmesinden de koruduğunu bize göstermiş oldular; sağ olsunlar!

Milyonlar ise biliyorsunuz, değil düzenli test, ağırlaştıklarında yatacak yoğun bakım bile bulamadı; hem de kesintisiz çalışmak zorunda iken. Dünya huzur evlerinde bırakılmış yüzlerce yaşlının nasıl ölüme terkedildiğini izledi.

Zenginler her zaman olduğu gibi pandemide de bir ‘sınıf’ olmanın gerekliliklerini yerine getirdiler ve her yerde ortak davranışlar sergilediler!

Hayat tarzları tek, benzerlikleri değil!

Sermaye sınıfının farklı ülkelerdeki unsurları, sadece verdikleri demeçler, pandemide tercih ettikleri izolasyon şekilleri ve tüketim alışkanlıkları açısından değil faaliyetlerini sürdürme azmi ve toplumu da buna ikna etme şekilleri açısından da benzeşiyor.

Pandeminin ilk günlerinde, kapanmanın kısıtlı da olsa uygulandığı dönemde, bir an önce çalışanların işe dönmesi gerektiğini savundular. Onlara göre bazıları ölebilirdi ve bu risk göze alınabilirdi.[10] ABD ve İngiltere’de iktidarlar, sürü bağışıklığını deneyeceklerini ilan ettiler. Virüs halkın içinden geçmeliydi, insanlar sevdiklerini kaybetmeye hazır olmalıydı.[11]

Zenginler adalarında karantinaya çekilirken, emekçi halk ölüme hazırlanıyordu. Ellerindeki ideolojik argüman ise çok tanıdıktı: “We are all in this together”. Anlamı “Hepimiz birlikteyiz” ya da bizdeki karşılığıyla söylersek “Aynı gemideyiz”. Oysa salgında, aynı gemide olduğu söylenenler arasındaki eşitsizlik katlanarak büyüyordu.

Ülkemizde emekçileri ölüme duygusal olarak hazırlayacak kadar cesur patron göremesek de çalışma hayatının sürmesi gerektiği başka şekillerde ifade edildi. Hem siyasal iktidar hem de patron örgütleri üretimin devam etmesi gerektiğine yönelik açıklamalar yapıyordu.[12] Onlara göre yaşamı idame ettirmek için çalışmaya devam etmek zorundaydık.[13] Çalışma hayatının sürmesini isterken aslında salgının yayılmasına karşı o kadar da kayıtsız değillerdi: Sağlık Bakanlığı’na dezenfektan, hızlı tanı kitleri gibi malzeme hibeleriyle virüse karşı mücadelede “önemli katkılarda” da bulundular.[14] Örneğin Koç Topluluğu üretimin sürmesi için yaptığı “fedakarlıkları” haberleştirerek salgınla mücadeledeki özverilerini sergilemekten geri durmuyordu. Otomobil ve beyaz eşya fabrikalarının bir kısmı sağlık ekipmanlarının üretimi için revize edilirken, hastanelere sayıları on binlerle ifade edilen koruyucu ekipman bağışlarını duyuruyorlardı.[15] Söz konusu fabrikaların yıllık 450 bin adet otomobil üretebilme kapasitesi olduğunu bilmeseydik oldukça cömert davrandıklarını söyleyebilirdik!

Dünyanın değişik yerlerindeki zenginlerden yardım haberleri okuduk. En ilgi çekici olanı ise 83 milyarderin “Bizden daha fazla vergi alın!” önerisiydi.[16] Gazeteye gönderilen mektubun girişi de çarpıcıydı: “Yoğun bakımlarda hastalara bakan, ambulansları süren, kapılara yiyecek getiren biz değiliz, ama paramız var!”  Çalışmadıkları halde neden bu kadar paraları olduğunun sorgulanmayacağına güveniyorlardı. Bugüne kadar neden adil vergi alınmadığının düşünülmeyeceği de açık. Sadece 83 kişiden, sadece “vergi” olarak alınacak payın, dünyanın tamamını etkileyen bir salgında bu kadar etkili olmasının tartışılmayacağını bilmek de ayrı bir özgüven doğrusu.

Elbette ki bu dönemde zarar eden ya da batan şirketler de oldu. Ancak sermaye grupları dönemsel olarak yaşadıkları krizlerden etkilenmeden çıkabilmek için holdingleşmeyi uzun yıllar önce öğrendi. Yani birden fazla üretim alanında faaliyet gösteren, içerisinde finansal sermayesini de barındıran dev ortaklıklar. Bu yapılar, bu yapısal önlemlere rağmen zarar ettiklerinde ise devreye devlet destekleri ve teşvikler girer. İtalya’da bazı hastaneler, İngiltere’de demiryolları, Almanya’da bazı havayolları şirketleri zararları hafiflesin diye kamulaştırıldı. Devletlerin açıkladığı destek paketlerinin aslan payı özel şirketlere aktarıldı. Bu dönemde özel şirketler, işten çıkarmış gösterdiği halde işçileri çalıştırmaya devam etti. Milyonlarca emekçi, salgın önlemleri kaldırıldıktan sonra eski işine devam edebilme umuduyla, devletten aldıkları kısa çalışma ödenekleri gibi düşük yardımlarla çalışmayı sürdürmek zorunda kaldı. Hem zararlar kamuya yıkılmış oldu hem yığınlar işsizlik ve açlık tehdidi ile terbiye edildi hem de şirketler çalışanların maaş yükünden kurtuldu.

Dünyada ve Türkiye’de eşitsizlik

Dünyanın pandemi öncesinde en çok dikkat çeken sorunu, artan eşitsizlikti. Yapılan çalışmaların çoğu en zengin %1 ile geri kalanlar arasındaki gelir makasının açıldığını gösteriyordu.

2018 yılında Dünya Eşitsizlik Laboratuvarı adlı bir çalışmanın yayınladığı rapora göre, eşitsizlik dünyanın her yerinde, neredeyse tüm ülkelerde, farklı hızlarda yükselme eğilimindeydi. Bu çalışmaya göre en zengin kesimin toplam gelirden aldığı pay 1980 yılından itibaren artmaktayken, en yoksul kesimin payı azalmaktaydı. Buna göre tüm dünyada zengin kesimin servetten aldığı pay 1980 yılında %16’lardayken 2000’li yıllarda %20’nin üzerine çıkmıştır. Avrupa’da bu oran %12’ye ABD’de %20’lere yükselmiştir. En yoksul %50 kesimin aldığı pay %9 civarındayken, ülke içlerinde bu kesimin zenginlikten aldığı payda çok daha sert inişler gözlenmektedir. ABD’de %20’lerden %13 civarına gerilediği görülmektedir.[17]

Yine 1980’den bu yana en hızlı büyüyen ülkelerde eşitsizliğin de büyüdüğü izlenmektedir. Bu konuda örnek gösterilen iki ülke Çin ve Rusya. Bu dönemde, öncesinde var olan eşitlikçi politikaların terkedilmesiyle birlikte söz konusu ülkelerin nüfusunda ortaya çıkan gelir eşitsizliği diğer ülkelere göre çok daha ani değişimler göstermiş. Bunun sebebi olarak da öncesinde devletin elinde var olan sermayenin özel sektöre aktarılma oranının yüksekliğine dikkat çekilmektedir.

Tün dünyada ülkeler zenginleşirken, devletler fakirleşmiştir. Kamudan özele sermaye geçişi her ülkede artarken en yüksek geçiş Çin ve Rusya’da gözlenmiştir. Kamunun elinde bulunan sermaye değişimine örnek olarak Fransa’da %17’den %3’e gerileme görülürken, Çin’de bu gerileme %70’lerden %40’lara inme şeklinde izlenmektedir.[18]

Devletlerin elinde bulunan sermayenin azalması, ülkelerde zenginlerin artmasına, var olanların daha çok zenginleşmelerine yol açmış, nüfusun sadece en alt dilimini değil yarısından fazlasını yoksullaştırmıştır.

Ülkemizde de durum farklı değil. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı 2019 yılı gelir dağılımı verilerine göre en üstteki %20’lik dilim zenginlikten en yüksek payı alıyor: tüm zenginliğin neredeyse yarısı. Göreli yoksunluk oranı %14,4 ve maddi yoksulluk çeken kişi oranı ise %26,3. Taksit ödemeleri veya borçları olanların oranı ise %70’lerde ki bunların önemli bir kısmı da borçlarını ödemekte zorlandıklarını bildirmişler.[19] Bilim ve Aydınlanma Akademisi yakın zamanda yayınladığı raporda, müteşebbis gelirinin, gayrimenkul gelirinin ve menkul gelirin toplumun en zengin kısmının elinde toplandığına ve bu nedenle eşitsizliğin arttığına dikkat çekmektedir.[20] Halkın %31’inin herhangi bir sosyal güvencesinin olmadığı, %35’inin kronik hastalıkları olduğu da veriler arasında yer alıyor. Hane halkalarının %20’si faturalarını, %16’sı kredi kartı veya diğer borçlarını ödeyemediğini söylüyor. Haftada iki kez et, tavuk, balık veya eşdeğer protein tüketemeyenlerin oranı %30. Tam bir eşitsizlik ve yoksulluk tablosu!

Pandemi tüm dünyada bu tabloya tüy dikti!

Dünyanın birçok ülkesinde zenginler pandemi koşullarına rağmen servetlerini arttırdı. ABD’nin en zengin 12 kişisinin serveti 1 trilyon doları geçti. Bu, servetlerinde yaklaşık %40’lık bir artış demek.[21] Salgın hastalık döneminde servetine servet katanların yanı sıra listeye yeni eklenen zenginler de oldu.  Zenginleşenler arasında Rus, Çin menşeili şirket sahiplerine dikkat çekilse de tüm dünyadaki milyarder sayısı toplamda artmış oldu. 2017’de 2158 olan milyarder sayısı 2189’a ulaştı. Sadece sağlık alanında faaliyet gösteren firmalar değil, madencilikten otomotiv sanayiye her türlü sektörde zenginleşme mevcut.[22]

Türkiye’de de hem milyonerlerin sayısı hem de milyonerlerin serveti arttı. Pandemi döneminde milyonerler listesine 32 bin kişi daha eklendi. Milyonerlerin toplam mevduatı 453 milyar küsur liraya yükseldi.[23]

Bir kesim zenginleşmeye devam ederken Birleşmiş Milletler tüm dünyada 130 milyon aşırı yoksul olduğunu ve 60 milyon kişinin pandemi dolayısı ile daha da yoksullaşacağını bildiriyordu.[24] Aşırı yoksul sayısının milyarları geçeceğini öngörenler de mevcut. Dünya Bankası’nın bu konudaki tahmini, aşırı yoksul sayısının 150 milyon artacağı yönünde. Bir insani yardım örgütü ise yarım milyar insanın yoksullaşmasını beklediklerini, devletlerin sadece şirketlere değil bu insanlara da yardım etmekle yükümlü olduğunu söylüyordu.[25]

Bu yazı hazırlanırken dünyada koronavirüs vakası 80 milyona, ölümler ise 2 milyona yaklaşmak üzereydi. Ölümler dünyanın her yerine dağılmış olmakla birlikte, daha çok ülkelerin yoksul emekçi mahallelerinde gözleniyordu. Hem daha çok hastalanıyor hem de hastalandıklarında sağlık hizmetlerine ulaşmakta güçlük çekiyor ve sonuçta ölüyorlardı. Tabloyu düzeltmek üzere geliştirilmiş aşıların en geç yoksullara ulaşacağı artık tüm kesimlerce dillendirilen bir gerçeklik halini aldı. Bu sırada insanların kendilerini korumakla ilgili yaşadıkları sorunların, alamadıkları önlemlerin de doğrudan yoksullukları ile ilişkili olduğu haberleri günden güne artıyor.

Zaten sağlık, eğitim, çalışma, barınma, ısınma, sağlıklı su ve gıda gibi en temel yaşam hakları gasp edilmiş olan çoğunluk, pandemi dolayısı ile bu haklarından daha da mahrum bırakılmakta ve yoksullukları derinleşmektedir.

Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) verilerine göre Haziran ayında 2,3 milyon işçi kısa çalışma ödeneği aldı. Nisan-Haziran döneminde 1 milyon 705 bin 147 işçi de ücretsiz izne çıkarıldı. Bu işçiler ayda 1168 liraya geçinmeye çalışıyor. Türkiye’deki toplam 16 milyon 831 bin 210 kişi ise aldığı sosyal yardımlarla ayakta durmaya çalışıyor.

Dünyanın geri kalan coğrafyalarında da durum farklı değil.

“İşçiler kardeş, patron kalleş”ten “kötü yönetiliyoruz”a gelen süreç…

70’li yılların yükselen işçi sınıfı hareketlerinden duvar yazılarına, oradan Yeşilçam filmlerine uzanan bu slogan, işçi sınıfının sadece mücadele birliğinin değil aynı zamanda sınıfsal çıkarlarının farkındalığını da yansıtır. Günümüzle kıyaslandığında daha az olmasına rağmen toplumsal eşitsizlikler, patronla işçiler arasındaki uçurum, zenginle yoksul arasındaki adaletsizlik, sınıf hareketlerinin gündeminde o yıllarda daha çok yer alan başlıklardı.

Şimdilerde ise en çok tartışılan şey yönetim biçimleri. Mevcut eşitsizlikleri örten bu tartışmalar, yaşanan sorunları yöneticilerin yanlış tercihlerine bağlama eğiliminde. Eskiden aşamalı veya değil, bir devrim programına bağlanmış olan talepler unutuldu ve bu taleplerin yerini güçlendirilmesi gereken, daha doğrusu seçimlerde oy verilmesi gereken siyasal unsurlar aldı. Bu bazen açıktan sağcı bir parti oldu, çoğunlukla da sosyal demokrat veya sol görünümlü liberal partiler tercih edildi. Şu anda da en büyük sorunumuzun saraylarından ülkeyi idare eden baskıcı yönetici zihniyetler olduğuna, bunların yanlış ekonomik uygulamalarının bu sonuçlara yol açtığına inandırılmaya çalışılıyoruz.

İşin ilginç tarafı söz konusu “daha iyi” seçenekler defalarca iktidara gelmiş olmasına rağmen eşitsizlikleri gidermek bir yana azaltmak konusunda dahi herhangi bir başarı sağlayamamış, çeşitli ülkelerde arkalarından gelecek daha baskıcı sağcı yönelimlerin gerekçesi olmuştur. Brezilya’da Lula, Yunanistan’da Syriza deneyimleri bunlara örnek olarak verilebilir.

Kırk Haramiler’den beşli çeteye…

Kırk Haramiler, 1987 yılında yayınlanmış, Mustafa Sönmez imzalı bir çalışmadır.[26] Türkiye’de geleneksel olarak bilinen Koç, Sabancı, Anadolu, Doğuş gibi sermaye gruplarının nasıl holdingleştiğini anlatır. Adı üstünde onlar “Kırk Haramilerdir”, yabancı güçlü tekellerle ortaklık kurarak iç pazarı ele geçirirler. Örülen gümrük duvarları, onlara özel çıkarılan yaslar, devlet harcamalarının bu gruplara ihale edilmesi, sağlanan ucuz krediler, teşvikler anlatılır.

O dönem kan emici, sömürücü olan ve ancak devlet desteği ile zenginleşebilen bu aile şirketleri şimdi ülkenin batıya dönük, cumhuriyetçi, hakkaniyetli zenginleri oluverdiler. Ama birileri parlatılırken bazı zenginlerin de kötü olması gerekiyordu. Çünkü her ne kadar bu ülkenin geleneğinde siyasetçiler açıklıkla zenginleri sevdiklerini yani onları kolladıklarını ilan etseler de topluma hepsini kabul ettirmeleri eşyanın doğasına aykırıdır.

Bugün ihale, muhalefet konumundaki düzen partilerinin işaretiyle AKP döneminde zenginleşen Cengiz, Limak, Kolin vb.. inşaat şirketlerine kaldı. Onların oluşturduğu servet kirliydi, adil değildi, toplumsal huzuru olumsuz etkiliyordu. Ve hatta servetleri kamulaştırılmalıydı. Söylenenlerdeki tek doğru, edindikleri servetin kamu yararına devralınmasıydı.

Akademik çevreden de bu yönde bir ideolojik dezenformasyon olduğunu hatırlatmak gerekir. Zaten sınırlı sayıda yayınlanan sermayedarlar üzerine çalışmalardan bir tanesi Ayşe Buğra’nın Devlet ve İşadamları kitabıdır.[27] Burada da geleneksel sermaye grubu liyakat sahibi, aydın kesim olarak tanıtılırken, AKP döneminde zenginleşenler karanlık yollardan servet biriktiren ‘bir grup taşralı’dır.

Kapitalizmde bahsedilen dışında, “namuslu” bir zenginleşebilme, fabrika, büyük toprak, lojistik filosu, özel hastane, okul zinciri sahibi olabilme şansı yoktur! Sermaye sınıfı bir bütündür ve sınıf olarak hareket eder. Bunu unutturan, üstünü örten tüm çalışmalar kapitalizmin ve buna bağlı eşitsizliklerin sürmesinin bir aracı işlevini görür.

Sonuç

Tüm dünyada kapitalist işleyişin sonucunda çok büyük toplumsal eşitsizlikler oluşmuş durumda. Üretim araçları mülkiyetini elinde tutan çok küçük bir kesim dünyanın geri kalanına yetecek zenginlikleri tekelinde tutmakta, sermaye zenginleşmeye devam ederken emekçi halk yoksullaşmaktadır.

Eşitsizlikler özellikle reel sosyalizm çözüldükten sonra artmıştır. O güne kadar kamunun elinde bulunan kaynaklar, büyük bir hızla özel sermaye gruplarına devredilmiştir.  Bu durum şirketlerin daha çok kâr etmesine ve mülk sahibi sınıfın daha çok zenginleşmesine yol açmış, emekçi kesimleri ise o güne kadar iyi kötü yararlanabildikleri sosyal olanaklardan mahrum kılmış, büyük bir yoksullukla karşı karşıya bırakmıştır.

Sermaye sınıfı ve onun siyasal temsilcileri bu eşitsizlikleri gidermek yerine onları arttırmayı tercih ediyor. Şimdilik. Sermaye sınıfı olarak kalmaları bunu gerektirir. İnsanların yoksulluk tehditi ile karşı karşıya olması ise çalışan milyarlarca emekçini sermaye politikalarını daha kolay kabullenmesi anlamına gelebilmekte.

Pandemi süreci ile birlikte tüm dünyada alınan önlemler, hayata geçirilen uygulamalar, geniş halk kesimlerinden çok sermaye sınıfının talepleri doğrultusunda ve onların yararına oldu. Ekonomik faaliyetlerin devamı, zengin azınlığın servet biriktirmeyi sürdürebilmesi biçiminde organize edildi. Getirilen kısıtlı önlemler dolayısı ile oluşan zararlar, devlet fonları ile sermaye adına telafi edilirken emekçilerin hakları göz ardı edilmekle kalmadı bu haklar adeta gasp edildi.

Şu an dünyanın birçok yerinde artan işsizlik, yoksulluk, borçluluk, ücret yetersizliği bunun göstergesidir. Halkın büyük bir kısmı sağlıklı gıda, su, çalışma, barınma, sağlık ve eğitim hakkından mahrum kalmıştır. Hastalığa yakalanıp ölmek, adeta açlık ve yoksulluğa tercih edilen bir durum haline gelmiştir.

Dünyadaki ve ülkemizdeki sayılı zenginler ise servetlerine servet katmaya devam etmiş, istedikleri her türlü devlet desteğine kolayca ulaşmıştır.

Bu tablonun oluşmasında sadece ekonomik işleyiş değil işçi sınıfının örgütsüzlüğü de etkili. Uzun yıllardır liberal saldırının karşısında süngüleri düşmüş olan proletarya, kendi koşullarını ve burjuvazinin eğilimlerini yeterince okuyamıyor ve devrimci taleplerini de geri çekti. Kapitalist işleyişin yarattığı ve pandeminin derinleştirdiği toplumsal eşitsizlik ve emekçi sınıfların yoksullaşması sorunu ancak işçi sınıfının bağımsız siyasal örgütlenmesi, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması mücadelesi ve devrimci bir dönüşüm ile çözülebilir.


Dipnotlar

[1] https://time.com/5793806/wealthy-rich-people-coronavirus/

[2] https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/dunyanin-en-zengini-o-listede-40-dolar-milyarderi-turk-var-40763250

[3] https://haber.sol.org.tr/turkiye/turkiyenin-en-zenginleri-aciklandi-milyarderler-servetine-servet-katti-282264

[4] https://sol.org.tr/haber/isciler-salginla-bogusuyor-guler-sabanci-sadece-karakacana-imtiyaz-taniyor-20066

[5] https://tr.sputniknews.com/turkiye/202003221041655789-haci-sabanci-acik-havada-spor-yapmasina-tepki-gosteren-takipcisine-yanit-verdi-sakin-ol-sampiyon/

[6] https://halktv.com.tr/haci-sabanci-3-milyon-145-bin-liraya-saat-satin-aldi-442075h

[7] https://emlakkulisi.com/iste-ada-sahibi-olan-turkler/483537

[8] https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ugur-cebeci/salgin-is-jeti-pazarini-vurmadi-41677370

[9] https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/rahmi-kocun-korona-testi-pozitif-cikti-41639007

[10] https://www.businessinsider.com/richard-kovacevich-former-wells-fargo-ceo-work-die-coronavirus-pandemic-2020-3

[11] https://haber.sol.org.tr/dunya/boris-johnson-virus-daha-cok-yayilacak-sevdiklerinizi-kaybedeceksiniz-282541

[12] https://www.dw.com/tr/cumhurba%C5%9Fkan%C4%B1-erdo%C4%9Fan-t%C3%BCrkiye-%C3%BCretime-devam-etmek-zorunda/a-52961874

[13] http://www.izsiad.org.tr/tr/baskanin_mesaji

[14] https://medyamerkezi.sabanci.com/tr/basin-bultenleri-detay/covid-19la-mucadeleye-sabanci-holdingden-10-ton-yeni-nesil-dezenfektan-destegi

[15] https://cdn.koc.com.tr/cmscontainer/kocholding/media/koc/06medya-merkezi/basin-b%c3%bcltenleri/2020/basin_bulteni_koc_holding_15_mayis_2020.pdf?ext=.pdf

[16] https://tr.sputniknews.com/koronavirus-salgini/202007131042447136-dunyanin-en-zengin-83-kisisinden-cagri-salgini-atlatmak-icin-bizden-daha-cok-vergi-alin/

[17] https://wid.world/world/#sptinc_p0p50_z/US;FR;DE;CN;ZA;GB;WO/last/eu/k/p/yearly/s/false/5.2355/30/curve/false/country

[18] https://wir2018.wid.world/files/download/wir2018-summary-turkish.pdf

[19] https://tuikweb.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=33820

[20] http://bilimveaydinlanma.org/turkiyede-hanehalki-yasam-kosullari-gelir-esitsizligi-ve-karsilanamayan-ihtiyaclar/

[21] https://www.birgun.net/haber/abd-nin-en-zengin-12-kisisi-pandemi-doneminde-servetlerini-yuzde-40-artirdi-312528

[22] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-54447833

[23] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/koronavirus-doneminde-32-bin-232-kisi-daha-milyoner-oldu-1755495

[24] https://www.dw.com/tr/60-milyon-ki%C5%9Fi-daha-a%C5%9F%C4%B1r%C4%B1-yoksulla%C5%9Facak/a-53504164

[25] https://www.dw.com/tr/oxfam-yar%C4%B1m-milyar-insan-daha-yoksullukla-kar%C5%9F%C4%B1-kar%C5%9F%C4%B1ya-kalabilir/a-53073902

[26] Sönmez, M. (1987) Kırk Haramiler: Türkiye’de Holdingler. Gözlem Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul.

[27] Buğra, A. (1995) Devlet ve İşadamları. İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×