Komünist siyaset ve cepheler

2005’ten bu yana Yurtsever Cephe’nin ve Sol Cephe’nin çok sayıda yerel toplantısına katıldık, hemen her toplantıda daha önce pek tanımadığımız orta yaşta bir erkek katılımcı söz alır ve cephenin ne olup ne olmadığına ilişkin kısa bir tarihçeyi bir tebliğ olarak sunardı. Bu zorunlu kısmın, eksik ve yanlışları bir yana bir kez bile toplantının önünü açtığına şahit olmadım. Çünkü geçen yüzyılda yaşananlara göre daha farklı bir siyasi girişim deneniyordu.

Yayın hayatı 30 yıla yaklaşan Gelenek külliyatına baktığınızda da doğrudan “cephe” meselesini ele alan çok az makale buluyoruz. Bunun nedeni yine nerdeyse 30 yıldır dünya düzeyinde işçi sınıfı siyasetinin geri çekilmesi ile tanımlanan bir gericilik çağında yaşıyor oluşumuz. Güçlü olduğumuzdan ve ittifaklara ihtiyaç duymadığımızdan değil, geçen sürenin büyük çoğunluğu işçi sınıfının bağımsız öncü siyasetini kurmak, korumak ve sosyalist devrimin güncelliğini bu gerici dalgaya karşı savunmakla geçti.

1995 yılında SİP, BSP ve HADEP’in “Emek, Barış, Özgürlük Bloğu” olarak genel seçimlere katılması bu dönemin ilk cephe girişimi olarak tanımlanabilir. Kürt dinamiğinin, kapsadığı emekçi ve yoksullarının, sosyalizmle buluşması ve işçi sınıfı dinamiğiyle yollarını birleştirmesi için önemli bir fırsattı. Ancak Kürt siyasi hareketinin giderek soldan uzaklaşması ve liberalleşmesi böyle bir cepheleşmeyi bundan sonraki 20 yıl boyunca imkansız kılacaktı. 1

2005 ve 2010 yılları arasında TKP tarafından ileri sürülen Yurtsever Cephe tarihimizde kritik bir dönemecin mihenk taşı oldu. Yurtsever Cephe ile Parti kuruluş aşamalarını tamamlıyor, bir ön birikimle Türkiye’ye bir devrim stratejisi sunuyordu. Avrupa Birliği projesinin parlatıldığı bu yıllarda emperyalist entegrasyona karşı, tüm yurtseverler ilkeli bir mücadele sürdürmek üzere partinin öncülüğünde bir kitle oluşturarak inisiyatif almaya davet ediliyordu. Ayrıca bu çalışma işçi sınıfının bölünmüşlüğüne karşı yeni bir işçi sınıfı yaratma çalışmasıyla birleşti ve yurtseverliğe sınıfsal bir yük bindirildi.

2008’de AKP emperyalizmin desteği ile devlet içindeki sürtüşmede bir hamle yaptı ve 2010’dan başlayarak devletin tek hakimi haline geldi. Türkiye ise bir yandan uluslararası sermaye ile bütünleşerek iktisadi bağımsızlığını yitirirken, diğer yandan da mazlum bir ülke değil, kimi zaman şişirilmiş kimi zaman gerçek, komşu halkların belalısı haline geldi. Bu koşullarda yurtseverliğin bir taktik olarak ağırlığı azaldı ve AKP’nin bir kabus gibi toplumun üstüne çöreklenen İslamcı faşizan rejimi işçi sınıfı siyasetinin önünde bütünlüklü bir hedef oluşturmaya başladı. Devletin kendilerine ulusalcı diyen eski egemenleri aradan çekiliyor, kafa karıştırıcı yanılsamalı dönem bitiyor ve işçi sınıfı sermaye diktatörlüğü ile çıplak bir şekilde karşı karşıya kalıyordu

2010 Anayasa referandumunda TKP’nin de içinde bulunduğu sol siyasetlerin “Yetmez ama evet”çi liberal saldırıya karşı birlikte davranmaları ittifakların nesnelleğinin doğduğuna ilişkin bir sinyaldi. 2011’de TKP tarafından devrimci demokrat kökenli bazı sol siyasetlere önerilen cephe, nesnel olmadığından değil, öneriyi alan tarafların isteksizliği nedeniyle gerçekleşmedi.

2013 Haziran’ı bütün dengeleri, alışılmış referansları ve ölçüleri değiştirdi. Kendiliğinden milyonlarca kişinin bir halk hareketi olarak sokağa döküldüğü, hemen bütün kentlerde kendini gösteren ve büyük kentlerde bir aydan fazla süren Haziran direnişi yeni olanaklar sundu ve araç arayışlarını getirdi. Sol siyasetlerin örgütlü gücünü defalarca aşan ve hiçbir sol siyasetin yönetmediği ancak rengini çalarak kritik bir rol oynamayı başardığı hareketlenme, tabanda oluşacak cephe fikrini uyandırdı. TKP 2013 Ekim’inden itibaren siyasi partilerden bağımsız olarak bireylerin katılımına açık, yerellerde örgütlenen, Haziran forumlarındaki liberal etkilere karşın ilkeleri olan “Sol Cephe” adında bir hareketin örülmesini önerdi. 2013 Aralık ayında kuruluşu ilan edildi ve hızla yerelliklerde örgütlenmeye başladı. Hiçbir siyasi parti adına konuşma yapılmayacak olan ve örgütsüz kentli emekçi katmanların üyelerine hitap eden AKP karşıtı bu cephe aydınlanmacı, yurtsever, kamucu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir dokuya sahipti. Sol Cephe bir çeşit Sovyetler gibi bir meşruiyet krizinde halkın değişik katmanlarının biraraya gelerek mücadele etmesine ve komünistlerin bu meclislerin bir unsuru olmasına dayanıyordu. Ancak diğer sol siyasetler bu cepheyi bir TKP projesi olarak görerek adım atmadılar.

Aksine ÖDP 2014 ortalarından başlayarak tamamen aynı mantıkla, çok benzer ilkelerle ve aynı ittifak ilişkilerine dayanarak “Birleşik Muhalefet Cephesi”ni ileri sürdü ve Türkiye’nin değişik il ve ilçelerinde kuruluş toplantıları başladı.

TKP’nin Sol Cephe’de yalnız kalması ve yerel seçimlerde zorunlu olarak düşük siyasi profil izlenmesi ve hepsinin üstüne Parti’nin ayrışma yaşaması Sol Cephe’nin sürdürülmesini imkansızlaştırdı. 2014 Ağustos’unda ÖDP’nin çağrısı ile çeşitli sol partiler, bağımsız aydınlar, kitle örgütü yöneticileri Vişnelik Toplantıları’nda bir araya geldiler. Üçüncü toplantıda hızla sadeleşmeye gidildi ve “Birleşik Haziran Hareketi”nin (BHH) bir halk hareketi olarak kurulması için prensipte anlaşıldı. Böylece tavanda bir çok sol siyasi parti ve çevrenin birlikte hareket etmek üzere anlaştığı, tabanda ise kadrolara değil, geniş halk kitlelerinin yerellerde sürece katılmasına dayanan bir cephe hareketi başlatıldı. BHH böylece bir tarafında Türk ulusalcılarının burjuvaziyle ittifak yaptığı Milli Merkez, diğer tarafında Kürt ulusalcılarının bazı sol kesimlerle bir araya geldiği HDK olmak üzere iki cephenin arasına anti-emperyalist ama aynı zamanda anti kapitalist, özgürlükçü ama aynı zamanda gericilik karşıtı bir üçüncü cephe olarak yerleşti.

Artık Gelenek’in bu çetrefil durumda Cephe meselesini kuramsal yanıyla ele zamanı geldi. Bu yazıda buna bir giriş yapacağız.

Neyi ele alacağız, neleri dışarıda bırakacağız?

İttifaklar tarihi bütün sınıflı toplumlara ve siyasetin her türlüsüne eşlik etmiştir, ama bütün bu tarihi özet olarak bile burada ele almak imkansız. Bunu geçtik, burjuvazinin feodal egemenlere karşı verdiği mücadelede işçi sınıfı ile yaptığı ittifaklara da yer vermeyeceğiz. Bizim işimiz olayın tersine döndüğü, işçi sınıfının siyasi olarak bağımsızlaştığı ve belli konjonktürlerde burjuvazi ile ittifak yapmayı denediği dönemden başlıyor.

Ekim devrimi çok başarılı ittifak stratejileri ile bu anlamda bir milat sayılabilir. Lenin’in Ekim Devrimi muzaffer olduktan sonraki sözleri süreci özetliyor:

“… köylülük içinde derin bir burjuva demokratik devrimci hareketin varlığı, o kadar derin ki, proletaryanın partisi, köylü partisinin (çoğunluğu Bolşevizm’e açıkça düşman olan Sosyalist-Devrimci Parti’nin) devrimci istemlerini, siyasal iktidar proletaryanın eline geçer geçmez benimseyebilmiş ve gerçekleştirebilmiştir” 2

Ancak Ekim Devrimi Gelenek’te en ayrıntılı incelenen konulardan biridir ve tekrar bu makalede Ekim 1917’ye kadar olan sürece dönmeyeceğiz. Dolayısıyla Sovyetler’i de ele almayacağız. Buna karşılık daha 1905’teki meşruiyet krizine doğan Sovyetler bir mücadele örgütü olarak, çelişkileri ve ittifakları bir arada taşıyordu. 3 

Bu yanıyla en azından fikir olarak Sol Cephe ve Birleşik Haziran Hareketi’ni andıran yanlar taşıyan Sovyetler’e ilişkin Lenin’in bir notunu ekleyelim:

“1917’de işçi yığınlarının, Menşevik kampından Bolşeviklerin yanına derece derece geçtiklerini görebildik. 1917 Haziranında Rusya Sovyetlerinin Birinci Kongresinde oyların %13’ü bizden yanaydı. Çoğunluk Sosyalist-Devrimciler ile Menşeviklerdeydi. İkinci Sovyetler Kongresinde , oyların %52’si bizden yanaydı.” 4 

Sovyetler’in Ekim Devrimi’nde oynadığı rolü bir başka Gelenek makalesine bırakarak, cephe kavramını işçi sınıfının iktidar olmasından sonrasına, başka bir deyiş ile Komitern ve SSCB’nin tarihine paralel olarak incelemek en doğrusu olacak. Daha doğrusu SBKP’nin prestiji, gücü ve liderliği altında ittifaklar politikasını ve dünyanın geri kalanında komünist partilerinin dahil olduğu cepheler tarihini ele alacağız.

Çerçeveyi bu şekilde çizince büyük bir güçlük hemen kendini gösterir. Bu tarih neredeyse bütün 20. yüzyıl tarihidir. Avrupa’dan Ortadoğu’ya, Afrika’dan Latin Amerika’ya, Balkanlar’dan Güneydoğu Asya’ya kadar bütün ülkelerin tarihi kapsar. Bu bir yanıyla Ekim Devrimi’nin nasıl tarihi alt üst ettiğini ve yazdığını anlatır, ama bir yanıyla da bir makaleye sığması imkansızdır, bununla ancak ciltler dolusu bir yakın çağlar tarihi kitabı yazılabilir. Bu nedenle tarihin olgusal zenginliklerini budamak ve genellemelere gitmek zorundayız.

Ya genellemelerde bizi bekleyen sorunlar? Ekim Devrimi ile başlayıp Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle sonlanan “kısa” yüzyıl, büyük kahramanlıklar ve alçaklıklar yüzyılı bütün yönleriyle belgelenememiş devasa bir olgular yığını bırakmıştır arkasında. Molotov’un, Dimitrov, Stalin’in birden canlanıp, “Hayır hayır, öyle değildi, şunlar şunlar vardı” demesinden çekiniyor insan. Ama böyle bilim olmaz, bilinemezcilik gelir yapışır yakamıza, kendi tarihimiz konusunda bizi susturur. Bu yüzden genelleyeceğiz ve farklı veriler varsa, yeniden onları da kapsayacak şekilde tarihi ele alacağız.

Bir de, Aydemir Güler’in uyarısını hatırlamak zorundayız. Bu bizim tarihimiz ve bu tarihi yapan insanlara, hataları ve kazanımlarıyla severek yaklaşmak zorundayız. 5

Son 30 yılın gericiliği zihinleri fakirleştirdi. Geçen yüzyılın tarihini, üç nesilden milyonlarca komünistin yeri gelince canlarını vererek, günde 16-18 saat çılgınca bir irade ile çalışarak yarattığını unutmamalıyız.

O dönemin tarihsel koşullarını kavramamıza yardımcı olacak notlar

Geçen yüzyılın cephe politikalarının merkezinde tek ülkede sosyalizmin kuruluşu ve savunulması vardır. 1920’ye kadar umut edilen dünya devrimi, Avrupa’da işçi sınıfı devrimleri tek tek bastırılınca söner ve giderek tek ülkede sosyalizm SBKP’yi ve Komitern’i belirleyen en önemli stratejik ilke haline gelir. Bunu kavramadan geçen yüzyılın cephe politikalarını anlamak mümkün değildir. 6

Sovyetler Birliği bugünün Küba’sı değildir, devasa bir ülkedir, doğal kaynaklarının yanı sıra ülkeyi savunmak için birçok olanağa sahipti. Bir fizik terimini ödünç alırsak kapasitansı 7 , düşmanı için alıp sonra püskürtme yeteneği yüksektir. Ve bugün geriye dönüp baktığımızda, gericilik yıllarının neden olduğu vahşi yıkımı düşününce, bu mevziiyi korumanın önemi çok daha iyi anlaşılır. Bu nedenle tek ülkede sosyalizmle ilişkili enternasyonalist politikayı en baştan mahkum etmemiz mümkün değildir.

Buna karşılık, söz konusu politika diğer ülkelerdeki Bolşevikleşme hamlesiyle kurulan ve sosyal demokrat geçmişlerinden kopan komünist partileri burjuvaziyle şu veya bu şekilde ittifaklara sürükleyecektir. “Tek ülkede sosyalizmin korunmasına angaje olan bir politikalar bütünü, “destekçi” partiler için devrimci atılım öngörmez. Aksine, desteğin etkin olabilmesi, burjuva devletin politikalarını etkileyebilecek güce erişmeyi, bu da risk almayan ama güçlü bir statükoya oturmayı, kitleselleşmeyi, örgüt normlarını gevşetmeyi gerektirir.” 8

Yeni Gelenek okurları için hatırlatmamız gereken bir diğer kavram ise Avrupa ülkelerindeki işçi sınıfının geçen yüzyılın başındaki siyasi durumudur. Buradaki zorluk Türkiye’de bu devrenin tarihsel olarak atlanmış olması ve sosyal demokrasi “görevinin” işçi sınıfı mücadelesi ile hiç alakası olmayan burjuva kökenli bir partiye düşmesidir. Oysa Avrupa’da sosyal demokrat partilerin işçi sınıfı partisi olarak yükseldiği, bir dönem devrimci oldukları, Marksist bir kökene yaslandıkları ve Ekim Devrimi yıllarında bu gelenekten ötürü işçi sınıfının büyük kitlelerini barındırdıklarını ve sosyal demokrat sendikaları kontrol ettiklerini cepheleşme meselesini anlamak için hatırlamamız gerekiyor.

Avrupa’daki bu işçi sınıfı partilerinin aynı zamanda emperyalizm çağıyla birlikte hızla çürüdüğünü de bilmeliyiz. Muhakkak önce İngiltere’de, sonra 1871’den itibaren Almanya ve Fransa’da işçi sınıfı partileri düzen içine çekildiler, kitlesel ancak işçi sınıfı devrimi hedefinden uzak ve sermaye ile giderek daha fazla uzlaşan, emperyalist politikaları bir şekilde benimseyen partiler durumuna geldiler. II. Enternasyonal bu sapmanın adı oldu ve I. Dünya Savaşı’nda bu partilerin kendi ülkelerinin sermaye sınıfı ile birlikte hareket etmesi sapmanın en görülür halini yansıttı. 9 Emperyalist ülkelerin burjuvazileri bu operasyonu karmaşık araçlarla gerçekleştirdi. Bir yandan sürekli gevşetip sıkılaştırılan bir devlet baskısı, diğer yandan sendika liderleri ve parti yöneticilerinin satın alınabileceği ortamların yaratılması başlıca taktiklerdi. Bunlar kadar işçi kitlelerine dönük bazı sosyal olanakların sağlanmasıyla birlikte yürütülen anti-komünist, milliyetçi, sömürgecilik yanlısı ideolojik girdiler de etkili oldu.

Bugünden o döneme bakıldığında anlaşılması zor olan bir diğer konu köylülük ve onun siyasi partileridir. Bugün yerleşmiş kapitalizmde hem köy nüfusu çok azalmıştır, hem feodallere karşı topraksız ve küçük toprak sahibi köylünün mücadele temaları ortadan kalkmıştır. Bahsettiğimiz dönemde nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan köylülerin, işçi sınıfı ile yeri geldiğinde ittifak yapma olasılığı olan ayrı partileri vardır. Komitern raporlarında bunların bir dökümü yapılmıştır: Fransa’da Radikal Parti, Yugoslavya’da Hırvat Köylü Partisi, Bulgaristan’da Çiftçiler Birliği, Yunanistan’da Tarımcılar vb. 10 

O çağı anlamak için bir diğer not ise faşizmin yükselişine ilişkin olacak. Soğuk savaş döneminde emperyalist ideoloji o kadar fazla kafa yıkadı ki, faşizmin sadece İtalya, Japonya, Almanya ve İspanya ile sınırlı kaldığı, diğer kapitalist ülkelerin burjuva demokrasisinin havarileri olduğu yanılsamasına kapılmak çok kolay. Oysa, özellikle 1929 iktisadi bunalımından sonra bütün emperyalist merkezlerde faşizm rüzgarı esti. İşçi sınıfının kazanımlarına karşı saldırı isteği, yeniden paylaşımın iştah kabartması ve Sovyetler Birliği’ni siyasi coğrafyadan silme tutkusu faşizmi burjuvazinin gözdesi yaptı. Eğer faşizm her yerde iktidara gelmediyse, bu burjuvazinin yüce gönüllüğünden değil, faşizme karşı mücadele eden işçi sınıfının ördüğü barikat nedeniyleydi.

Son notumuz ise, emperyalizm çağında eşitsiz gelişim yasasının bütün gücüyle devrede oluşuydu. Ülkelerin; burjuva devrimi ve üretici güçlerin gelişimi sürecinde ulaştığı nokta, emperyalist hegemonya zincirinin neresinde yer aldığı ve en nihayet komünist partisinin o ülkedeki örgütlü gücü ve siyaseti kavrayışı cephe politikalarının sonucunu eşitsiz bir şekilde etkiledi. Komitern’in ve SSCB’nin önerdiği politikalar farklı ülkelerde farklı sonuçlar üretti.

Biraz tarih

Okuyucunun bahsettiğimiz döneme girişini bu ön notlarla kolaylaştırdıktan sonra bir dönemlendirme denemesi yapabiliriz. Şimdi birbirinden ayırmayı deneyeceğimiz üç dönemin aslında özünün aynı olduğunu ve tek ülkede sosyalizmin savunulmasına dayandığını, bu nedenle ayrıştırma güçlüğü olduğunu hemen söyleyelim. Yine de üç ayrı cepheleşme dönemi, yani işçi sınıfının siyasi öncüsünün burjuvazinin değişik siyasi örgütleri ile ittifak yaptığı dönemler ancak içerdiği siyasi yük ve taktiksel farklılıklar ile tanımlı hale getirilebilir.

1- Birleşik Cephe politikası

Burjuvazi bütün cephelerden saldırdığı halde Ekim Devrimini yenememiş, ancak Avrupa’da devrimci kalkışmayı püskürtmüştü. Bavyera ve Macaristan’da kurulan Sovyetler yenilmiş, dünyanın Sovyetler Birliği’nden geri kalan kısmında emperyalist hegemonya perçinlenmişti. 11 

Komünist partiler sosyal demokrat partilerden yollarını ayırmış ve Komitern üyesi olmuşlar, kendilerine bağlı sendikalar ise Kızıl Sendikalar Federasyonu altında buluşmuştu. Ancak burjuvazinin ideolojik, siyasi tahkimatı azımsanmayacak bir güce sahipti ve geniş işçi yığınlarının sosyal demokrat partilerden ve sendikalarından kopmadığı görüldü. Komünistler yalnızlaşma ve etkisizleşme tehdidi altındaydılar, üstelik faşist bir dalga yükseliyordu. Tam bu dönemde, 1920’de Lenin, sınıfın birliğine işaret etmeye başladı:

“Ama biz savaşımı, “işçi aristokrasisi”ne karşı savaşımı, işçi yığınları adına, bu yığınları kendi tarafımıza kazanmak için yaparız; işçi sınıfını kendi tarafımıza çekmek için oportünist ve sosyal-şoven liderlerle savaşırız.” 12

Lenin’in son kez katıldığı 1922 yılında toplanan 4. Komitern Kogresi’nde “Birleşik İşçi Cephesi” kararı alındı. “Birlik Cephesi taktiği, komünistlerin, başka partilere ya da gruplara üye, ya da partisiz bütün işçilere işçi sınıfının en temel hayati çıkarlarını burjuvaziye karşı savunmak için birlikte mücadele etme önerisidir.” 13

Birleşik Cephe politikası yukarıda tanımlandığı gibi işçiler arasında örgütlenmeye ve tabanda birliği sağlamaya dönük bir mücadeleyle birlikte yürüdü, diğer yandan tavanda işçi partileri arasında diyalog arayışı ile sürdü. Komitern’in çağrısı ile 1922’de II. Enternasyonal ve Viyana merkezli, iki buçukuncu Enternasyonal olarak adlandırılan “Uluslararası Sosyalist Partiler Çalışma Birliği” 14 ve Komitern delegeleri Berlin Konferansı’nda biraraya geldiler. Burada sosyal demokratların ileri sürdüğü istekler, siyasi karakterleri hakkında fikir verdiği için anılmaya değer: Söz konusu istekler Komitern’in ve Sovyetler Birliği’nin “hücreler kurma taktiğini” terk etmesi, II. Enternasyonal liderlerini eleştirmeyi bırakması, Sovyet Gürcistan’ının durumunu inceleyecek bir komisyon kurulması, sabotaj ve suikast suçlamaları ile Moskova’da yargılanan SR’ların kovuşturmasının uluslararası bir mahkemeye bırakılması, Sovyetler Birliği’nde sosyal demokrat partilerin kurulmasına izin verilmesi olarak sayılabilir. 15

Bu isteklere bugünden bakınca nasıl da Avrupa Birliği emperyalizmi kokuyor. Komitern’in verdiği ödünlere rağmen Enternasyonaller arasında bir birlik sağlanamadı ve bunun ürünü olabilecek işçi hükümetleri kurulamadı.

Oysa Komitern’in 4. Kongresi İtalya’da faşizmin yükselmesi karşısında Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesinden on bir yıl önce şu uyarıyı yapıyordu: “Faşizm tehlikesi bugün bir çok ülkede; Çekoslovakya’da, Polonya’da, Almanya’da, Avusturya’da, Amerika’da, hatta Norveç gibi ülkelerde sinsice ilerliyor. Şu ya da bu biçimiyle faşizm, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde bile tamamen imkansız değil.” 16

Sosyal demokrat partilerin kaypaklığı ve anti-Sovyetik tutumu 1924’te “sosyal faşizm” tezinin ileri sürülmesine neden oldu. Stalin bir raporda şöyle yazmıştı: “Faşizm sadece askeri bir kategori değildir. Faşizm, burjuvazinin savaş örgütüdür; sosyal demokrasinin aktif desteğine dayanmaktadır.” 17

Komitern özellikle 1929’dan sonra sosyal demokratlara karşı bu tez doğrultusunda mücadele etti.

Sendikal alanda ise Birleşik Cephe politikası, 1924 ile 1929 yılları arasında kızıl sendikaların kapatılması ve komünist işçilerin sosyal demokrat ve diğer sendikalara dahil olarak içerden propaganda yoluyla tabanda birliği sağlamasına dönük çabayı üretti.

Birleşik Cephe politikasının kapitalizmin görece istikrar içinde olduğu bu yıllarda çok somut kazanımları olduğunu söyleyemeyiz. Bu politikayla işçi sınıfı hiçbir yerde iktidara gelememiş, hatta iktidarı zorlamamıştır. Burjuvaziyle işbirliği girişimlerinin hepsi eşitsiz gelişime bağlı olarak sağ sapma olasılığını barındırır, bunların nüveleri de ortaya çıkmıştır.

1926’da İngiltere’de 6 milyon işçinin katıldığı büyük grevde, 1927’de Avusturya’da silahların da patladığı işçi direnişinde 18

Birleşik Cephe politikasının etkisini anlamak için daha derin bir tarih incelemesine gereksinim var.

Buna karşılık Birleşik Cephe o dönemde Sovyetler Birliği’nin korunması için önemli bir taktikti ve sonraki döneme kadar Avrupa’daki komünist partiler için önemli bir mücadele alanı sundu. Şimdi inceleyeceğimiz Faşizme Karşı Halk Cephesi ise bu taktiğin üzerine kuruldu.

2- Faşizme Karşı Halk Cephesi

1930’lara gelindiğinde emperyalist sistemin görece istikrarlı dönemi sonlanmıştı. Eşitsiz gelişim yasası, dünyada büyük bir hızla yükselen sınıf mücadeleleri boyunca farklı ülkelerde çok farklı siyasi ortamlar yaratıyordu. Kapitalist sistemin iktisadi bunalımı içinde emekçiler sefalete sürüklenirken, içerden dağılması umulan Sovyetler Birliği aksine görülmemiş bir büyüme hızıyla bir sanayi devi haline geliyor, emperyalizmin bir savaşla mutlaka yok etmesi gereken bir hedefe dönüşüyordu.

1933’te Hitler’in Almanya’da iktidara gelmesi işçi sınıfının Almanya’da yenilgisi anlamına gelirken, Sovyetler Birliği’ne emperyalizm adına kimin öncülüğünde saldırılacağını da belirlemiş oluyordu.

Her yerde faşizm yükseliyordu. Fransa’da 1934 yılının başlarında 300 bin silahlı üyesi olduğu tahmin edilen “Yanan Haç” adlı faşist örgüt bir hükümet darbesi girişiminde bulundu. Bu girişim Fransız Komünist Partisi’nin öncülüğünde Sosyalist Parti’nin tabanının da katılmasıyla, büyük grevler ve kitle gösterileri ile püskürtüldü. 1923’ten beri komünistlerin birleşik cephe önerisini defalarca reddeden Sosyalist Parti bu teklifi tabanda gerçekleşen birliğin basıncıyla kabul etmek zorunda kaldı. 19

1935’te Komitern’in 7. Kongresinde Faşizme Karşı Halk Cephesi taktiği kabul edildi. Burada faşizm analizine değinmeyeceğiz ama Dimitrov’un sunduğu raporda Halk Cephesi şöyle tanımlanmıştı:

“Emekçi yığınların faşizme karşı mücadele için harekete geçirilmesinde proleter birlik cephesi temeli üzerinde geniş bir anti-faşist halk cephesinin oluşturulması özel öneme sahip bir görevdir. Proletaryanın bütün mücadelesinin başarısı, proleteryanın emekçi köylülük ve sanayice gelişmiş ülkelerde bile nüfusun çoğunluğunu oluşturan kent küçük burjuvazisi ile mücadele ittifakının kurulmasına sıkı sıkıya bağlıdır.” 20 

Görüldüğü gibi faşizme karşı önerilen halk cephesi, işçi sınıfının komünist ve sosyal demokrat öğelerinin birliği dışında, köylü ve küçük burjuva kökenli partilerin de bu birliğe dahil olmasını öngörmektedir. Hatta Komitern’in faşizm analizindeki “finans kapital” 21 vurgusu hatırlandığında bu tanımın dışında kalan bütün burjuva siyasetleri ile ittifakın kapısının açıldığı görülecektir.

Bu anlamda komünist partilerin öncülüğünde Fransa, İspanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Çin başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde halk cepheleri kuruldu. Kusursuz fırtınanın içine doğan halk cepheleri, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki, İkinci Dünya Savaşı’nı da içeren tarihin gördüğü en şiddetli sınıf savaşımında, bir çok faktörün belirlediği koşullar altında farklı sonuçlar doğurdu.

Fransa’da faşizm yenilgiye uğratıldı ve Halk Cephesi seçimleri kazanarak iktidara geldi, ancak bu durum ülkenin burjuvazisi tarafından Alman faşizmine teslim edilmesini engelleyemedi. İspanya’da Halk Cephesi büyük bir başarı göstererek iktidara geldi, fakat iç savaşta emperyalizmin ve Nazilerin desteğini alan faşistler tarafından yenilgiye uğratıldı. Çin’in ise uzun hikayesini ele almayacağız ama Çin Devrim süreci Komünist Partisi’nin öncülüğünde büyük köylü yığınlarını hareketlendirerek ilerledi.

Halk Cephesi taktiğinin en başarılı olduğu yer Bulgaristan’dı. Bulgaristan Komünist Partisi tarafından yönetilen Bulgaristan İşçi Partisi’nin; Çiftçi Partisi, Zveno ve Sosyal Demokratların sol kanatları ile kurduğu Vatan Cephesi, komünistlerin öncülüğünde Nazi işgaline karşı savaşarak büyük bir başarı elde etti. Sovyet Ordusu Bulgaristan’a girdiğinde bir çok yer kurtarılmıştı ve Vatan Cephesi tarafından yönetiliyordu. Bulgaristan’da sosyalizm bunun üzerine inşa edildi. 22

Yine Yunanistan’da 1941’de Yunanistan Komünist Partisi (YKP)’nin öncülüğünde Sosyalist Parti, Halk Demokrasi Partisi ve YKP’ye yakın sendikalar bir araya gelerek Ulusal Kurtuluş Cephesini oluşturdular. YKP’nin destansı mücadelesinin sosyalist bir iktidarla sonlanmaması için bir neden yoktu. Ancak bunu fark eden İngiliz emperyalizminin işgali ve operasyonları, uzun iç savaş yıllarında durumu tersine çevirdi. 23

Kızıl Ordu tarafından Naziler’den kurtarılan Orta Avrupa ülkelerinde ise komünist partiler o kadar güçlü değildi ve farklı partileri içeren cephe hükümetleri tarafından halk cumhuriyetleri inşa edildi. O durumda tercih edilebilecek en doğru taktikti belki, ama “tarım sorununun çözülememesi, sosyalist ideolojinin kitleler düzeyinde Hıristiyanlığa alternatif olamayışı…” 24 gibi geride bıraktığı bakiyeler kırk yıl sonra Avrupa’da reel sosyalizmin çözülüşünde etkili oldu.

Bu dönem kuşkusuz Ekim Devrimi’nden sonra işçi sınıfının en büyük zaferine tanıklık eder, savaşın bitiminde sosyalizmin ve komünist partilerin prestiji çok yükselmiştir, fakat ödenen bedeller bir yana nihai zafere henüz çok yol vardır.

Halk Cephesi politikasının zafere çok anlamlı bir katkısı olmuştur. Diğer yandan burjuvazi ile yapılan bütün ittifak girişimlerinin ideolojik, siyasi, örgütsel bedelleri vardır. Bunlardan en önemlisi, sosyalist iktidarı pratikte öteleyen, aşamacılığı mutlaklaştıran ve parlamentarizmi, hükümete bakan vermeyi başa yazan komünist partiler için refomizmin yolunun açılmasıdır. Tekelci burjuvazinin dışında ittifakın meşru görüldüğü burjuva kesimleri keşfedilmiştir. Diğeri de en az bunun kadar zararlıdır. Barış içinde sosyalizme geçiş formüle edilmeye başlanmıştır. Oysa Avrupa’daki halk cumhuriyetleri asla barış içinde sosyalizme geçiş için örnek olamazdı. Korkunç bir yıkım sonrası Kızıl Ordunun kurtardığı ülkelerde, sınıf siyasetindeki geriliklere rağmen sosyalizme geçiş buna kanıt oluşturamaz. Emperyalizmin çılgınca düşmanlığının nerelere varabileceğini sonraki yıllar göstermiştir.

3- Bağımlı ve sömürge ülkelerde emperyalizm karşıtı burjuva devrimlerini destekleyen cepheler

Bu dönemin belki ilk ön deneyimini, Türkiye’deki ulusal kurtuluş mücadelesi ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerden biliyoruz. Sovyetler Birliği için İngiliz emperyalizmine karşı burjuva devrimi sürecindeki “dost” bir ülke çok değerliydi. Mustafa Suphi’lerin katledilmesine rağmen bu bağ korunmaya çalışıldı. 25

Komitern’in 1920’de toplanan 2. Kongre Raporu sömürge sorununu devrimci bir şekilde ele alır, her durumda devrimin çıkarlarını kayırır. “Komünist Enternasyonal, sömürgelerin ve geri kalmış ülkelerin devrimci hareketleri ile zaman içinde yakınlaşmalı, hatta bizzat ittifak yapmalıdır, fakat onlarla birleşmemelidir, proletarya hareketinin bağımsız niteliğini – henüz filiz halinde de olsa- korumalıdır.” 26 

Komitern dağıldıktan ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyet dış politikasındaki değişikliklere bağlı olarak cephelere yaklaşım da değişmiştir. Emperyalizm hala çok güçlüdür ve siyaset denklemine nükleer silahlar dahil olmuştur. Sovyetler Birliği’nin bu dönem boyunca dünyanın geleceğine karşı barışı savunma konusunda son derece sorumlu yaklaştığını söylemeliyiz. Buna karşı devrimci bir rota izlediğini söyleyemeyiz. Sovyetler Birliği’ni çözen de devrimci bir siyasetten uzaklaşmaları ve siyasi olarak SBKP’nin hareketsizleşmesidir. “… Alman faşizminin bertaraf edildiği İkinci Dünya Savaşı’nın sonlanması ile birlikte faşizmin bütün sorumluluğunu taşıyan kapitalist istemin sorgulanmaması ve Sovyetler Birliği ile birlikte dünya komünist hareketinin savunmaya geçmesi bir yanlıştır, hem de çok büyük bir yanlış.” 27 

SBKP’nin değişen stratejisi 1959’da 21. Kongre ile ve 1960’ta Moskova’da toplanan Komünist ve İşçi Partileri Konferansı’nda net bir şekilde ortaya konmuştur. Buna göre; emperyalist ve sosyalist sistemin barış içinde birarada yaşaması ilkesi çatışma yerine rekabetçi yöntemleri gerektirmekte, üçüncü dünya ülkeleri ulusal kurtuluşa ve sosyalizme barışçı yollardan ilerlemeli ve burada geniş çaplı bir ulusal cepheye rol verilmeli, bu cepheye ulusal bağımsızlık için çarpışan bütün sınıflar dahil olmalı, ulusal demokratik devletlerin kapitalist olmayan yoldan sosyalizme geçişi göz önünde bulundurulmalıdır. 28

Dikkat edilirse burada komünist partilerin burjuvaziden bağımsızlığı ve sosyalist iktidar kaygısı likide olmuştur. Oysa, “Devrim perspektifi olmadan leninist model … kocaman bir hiçtir.” 29

Buna karşın, eşitsiz gelişim içinde bu modelin söz konusu yazıda ayrıntılandırılması mümkün olmayan, Afrika’dan Ortadoğu’ya, Latin Amerika’dan Pasifik ülkelerine kadar geniş bir coğrafyada büyük etkisi olmuştur. Emperyalizm, Sovyetler Birliği’nin varlığında ortaya çıkan görece bağımsız ulusları yirmi beş yıla yayılan restorasyon döneminde hala tam anlamıyla çözmeyi başaramadı. Örneğin, Suriye anti-emperyalist ve halkçı tutumuyla direnmeyi sürdürüyor. Suriye’deki komünist partiler ise burjuvaziyi temsil eden BAAS ile birlikte İlerici Yurtsever Cephe’nin içinde bulunuyorlar ve hala bir devrim perspektifleri bulunmuyor.

Burjuvazisi dönüp dönüp komünistlere saldırdığı halde ittifak ilişkisini sürdüren Mısır Komünist Partisi ise 1965’te Nasır öncülüğündeki Arap Sosyalist Birliği’ne katılarak kendini likide etmiştir. 30

 Leninist bir partinin eksikliği yıllar sonra Arap Baharı konusunda yanılsamalı bilgileri dünyaya saçan Mısır Komünist Partisi’nin siyasi ideolojik konumlanışında hissedilmektedir. Diğer taraftan, bu likidasyondan nerdeyse kırk beş yıl sonra Venezuela’da Venezuela Komünist Partisi en az Nasır’ın sosyalizmi kadar popüler ve başarılı olan Bolivarcı Hareketin ittifaklardan oluşan partisine dahil olmayıp bağımsızlığını koruyacaktı.

Türkiye’de ise burjuvazinin ilerici kesimleri ile ittifak arayışı hiçbir ürün vermemiştir. Tarihten öğrendiğimiz şey, Türkiye burjuvazisinin 1871, 1905 ve 1917 devrimlerini yakından izlediği ve 1923’ten itibaren hiçbir zaman Türkiye’de işçi sınıfının öncü siyasetiyle ittifaka soyunmadığıdır. Sovyetler Birliği ile kendi adına başarılı, dolayısıyla çok kaypak bir ilişki sürdürdüyse de, sınıf siyasetine karşı her zaman düşmanca ve sınıf kiniyle davranmış, yeri gelince bunu kurnazlıkla örtmeyi bilmiştir. Tabi ki burada başından itibaren yanlış, ancak bize ait olmayan Milli Demokratik Devrim tezlerine geri dönmeyeceğiz, fakat 1970 Atılımı’nı gerçekleştiren TKP’nin Ulusal Demokratik Cephe taktiği bu dönemin en boşa düşen çabası olarak anılmalıdır. Bu taktik Türkiye’de büyük ölçüde Türkiye burjuvazisinin kurnazlığından başka bir şey olmayan ve en başından beri işçi sınıfının düşmanı olan CHP’nin “solculaşmasına” bel bağlamıştır.

Geneller

Tarihimizdeki cephe pratiklerini genel hatlarıyla inceledikten sonra günümüz için hangi genellere ulaştığımıza bakabiliriz.

1. Tarihin motorları hiç durmaz çalışır, toplumsal dinamikleri değiştirir. Ekim Devrimi’nden bu yana da motor çalışmış, toplumsal koşular emperyalist sistemin içinde değişikliğe uğramıştır. Örneğin, köylülük büyük ölçüde tasfiye olmuştur. Bugün Türkiye, bir tarım ülkesi olarak tanımlanamayacağı gibi köylülüğün belirleyiciliğinden büyük ölçüde kurtulmuştur. 31 

İşçi sınıfının öncü siyasetinin ittifak yapabileceği bir köylü partisi bulunmamaktadır. Kentlerdeki küçük burjuvazi de geçen yüzyıl ile karşılaştırıldığında erimiştir. Geçen yüzyılın bağımsız çalışabilen hekimi, avukatı, mühendisi büyük ölçüde ücretli emekçiler haline gelmiştir. Bu köylülüğe ve küçük burjuvaziye ait ideolojilerden ve sapmalardan kurtulduğumuz anlamına gelmez ama ittifak sorunu sadeleşmiştir. Aynı şey burjuvazi için de geçerlidir. Tekelci sermaye bütün burjuvaziyi kontrolüne almış ve ondan bağımsız davranabilen bir burjuva kesimini neredeyse tamamen yok etmiştir. Günümüzde karmaşık ideolojik araçların sınıfı böldüğüne aldanmayalım, işçi sınıfı kentli katmanları ile asalak ve tüm ilerici yönlerini yitirmiş bir burjuvazi ile karşı karşıyadır.

2. Bu koşullarda bir komünist partisi sosyalist iktidar hedefini asla terk etmemelidir. Bu aynı zamanda örgütsel bağımsızlığını her durumda koruması anlamına gelecektir.

3. On iki yıldır Türkiye burjuvazinin ve emperyalizmin ajanı olan AKP’den kurtulma hedefi bir aşamacılık değildir. Çünkü AKP sonrası Türkiye’de burjuva düzeninin istikrara kavuşma olanağı bulunmamaktadır. AKP’den emekçi sınıfların örgütlü gücü ile kurtulmak sosyalist devrime çok fazla yaklaşmak anlamına gelecektir.

4. Ancak burjuvazi siyasi aktör değişikliğini kendi araçları ile burjuva demokrasisi içinde gerçekleştirirse bu bir yenilgi olarak kabul edilmeli ve devrimci taktikler gözden geçirilmelidir.

5. Haziran bir devrimci durum değildi, buna rağmen bile bir geri çekilme söz konusudur. Bu haliyle devrimci durumların ürünü olan Sovyet benzeri, tabanda büyük kitlelerin hareketlenmesi ve karar organları oluşturması, hemen bugün için söz konusu değildir. Buna karşılık tabanda birlik farklı ideolojik siyasi etkilerle düzene bağlı geniş emekçi kitleleri mücadeleye çekme taktiği olarak anlaşılmalıdır. Ancak böyle bir taktik her an yaşanabilecek bir meşruiyet krizinde çok etkili hale gelebilir ve hareketlenen kitle sayısı hızlıca büyüyebilir.

6. Komünistler için tavanda birlik ise pratik olarak devrimci demokrasinin liberalleşmemiş, burjuva siyasetlerinin ulusalcı etkilerinden korunabilmiş unsurları ile olacaktır. Bir yandan -dostlarımız bizi bağışlasın- “Demokratik Türkiye” yazan her yerde, komünistler, aşamacılık ve tamamlanmamış bir burjuva devrimini nihayete erdirmek isteyen bir burjuva soluğu olduğunu bilirler. Buna karşılık giderek yakıcılaşan sosyalist devrim sorunu, samimi devrimci örgütlere müdahale etme ve birlikte davranma şansını vermektedir. Sosyalist devrimle demokratik devrim arasındaki açı yapılan müdahale ile hızla kapanabilir.

7. Sosyalist devrimi önüne koyan bir Leninist öznenin bu koşullarda CHP, İP veya BDP ile ittifakı söz konusu olamaz. Bunun tek koşulu ülkenin emperyalizm tarafından doğrudan işgali veya iç savaş koşullarında pratik olarak aynı siperde mevzilenme zorunluluğu olabilir. Lübnan Komünist Partisi’nin Hizbullah ile birlikte İsrail’e karşı savaşması gibi. Ancak Türkiye bir Lübnan değildir, her durumda komünistlerin öncülüğü söz konusu olmalıdır.

8. Bir komünist partisinin pratiği, eğer doğru siyasete dayanıyorsa, hiçbir zaman boşa gitmez. Yurtsever Cephe, Sol Cephe gibi BHH de bir süre sonra geri çekilirse, başka bir pratiğe deneyimli kadrolar devredecektir. Sosyalist devrim mücadelesi yorgunluk tanımayan arka arkaya gelen dalgalarla kendini gösterir.

9. Bugünün görevi ise BHH’den en büyük devrimci enerjiyi üretmektir. Geçen yüzyılda şanlı tarihimizi yaratan komünistlerin sabır ve ataklıkla örülen mücadeleleri yolumuzu aydınlatsın.

Dipnotlar

  1.  Daha fazla bilgi için: A. Güler Seçimler, Blok ve Türkiye Solu, Gelenek, 51: 15-23, 1996.
  2.  V. İ. Lenin, ‘Sol’ Komünizmin bir çocukluk hastalığı, Çev:M. Erdost, Sol Yayınları, 5. Baskı, 1991, s.59
  3.  E. H. Carr, Bolşevik Devrimi, 1. Cilt, Çev: O. Suda, Metis Yayınları, 4. Baskı, 2012, s. 54
  4.  V.İ. Lenin, a.g.e, s.69.
  5.  A. Güler, Türkiye Sol Tarihinde Yöntem ve Tartışmalar, Yazılama, 2010, s. 26-28.
  6.  C. Durmaz ve F. Özdemiroğlu, “Cephe”ler… Geçmiş ve Bugün. Gelenek Seçkisi, Sosyalist Devrim Yazıları, 1996, s.24-36. (Gelenek külliyatı içinde olan Cephe’lerle ilgili bu makalenin okunması tamamlayıcı olacaktır.)
  7.  Kapasitans bir elektrik devresinde birbirine paralel levhaların akımın geçmesine izin vermesinden önce ne kadar yük biriktirebildiğine işaret eder. Buradaki analoji, bir ülkenin dışarıdan gelen bir saldırıyı püskürtmeden önce içeride ne kadar esneyebileceği ile ilgili.
  8.  Bu alıntı 25 yıl öncesinde Kemal Okuyan ve Aydemir Güler’in Gelenek’te çıkan nadir ortak imzalı makalelerinden birinden: C Hekimoğlu ve A. Giritli, Sosyalist Örgütlenmede Olasılıklar ve Olanaklar, Gelenek, 26:12-47, 1989.
  9.  Bu konuda daha fazla bilgi için: K. Okuyan, “Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı, Emperyalizm Merkeze Yerleşiyor” bölümü, Yazılama, 2013, s.39-61.
  10.  H. Weber, III. Enternasyonal, Belgeler 1919-1943, Çev: Ü. Kıvanç, Belge Yayınları, Birinci Baskı, 1979, s.242.
  11.  N. V. Yeliseyeva ve A. Z. Manfred, Yakın Çağlar Tarihi, Çev: Ö. İnce, E. Tuncalı, Konuk Yayınları, 3. Baskı, 1978, s. 401.
  12.  V. İ. Lenin, a.g.e., s. 45.
  13.  H. Weber, a.g.e., s.68.
  14.  İki buçukuncu Enternasyonal daha sonra II. Enternasyonal ile birleşecekti.
  15.  W. Z. Foster, Üç Enternasyonalin Tarihi, Çev:. C. Saday, Yazılama, 2011, s. 311
  16.  W. Z. Foster, a.g.e, s. 313. (Foster’in Bulletin of the Fourth Congress of the Communist International’den yaptığı alıntı
  17.  H. Weber, a.g.e., s. 83
  18.  N. V. Yeliseyeva ve A. Z. Manfred, a.g.e., s. 404
  19.  W. Z. Foster, a.g.e., s. 362-363.
  20.  Dimitrov’un Komitern’in 7. Dünya Kongresinde yaptığı konuşmadan. Alıntı, H. Weber, a.g.e., s. 241.
  21.  H. Weber, a.g.e., s. 224.
  22.  N. Gornenski, S. Petrova, İ. Dimitrov, Bulgaristan’da Faşizme Karşı Mücadele ve Sosyalizm, Çev: M. Kök, A. Umut, Bilim yayınları, 1978.
  23.  N. Svoronos, Çağdaş Helen Tarihine Bakış, Çev: P. Abacı, Belge Yayınları, 1988.
  24.  C. Hekimoğlu ve A. Giritli, Sosyalist Örgütlenmede Olasılıklar ve Olanaklar, Gelenek, 26:12-47, 1989.
  25.  Daha ayrıntılı bilgi için, E. Nalçacı, Türkiye’de Dış İlişkilerin Dönemlendirilmesine İlişkin Bir Deneme, Gelenek, 118:7-20, 2013
  26.  H. Weber, a.g.e., s. 48.
  27.  K. Okuyan, Anti-Tezler, Nazım Kitaplığı, 2005, s.126.
  28.  Tarık Y. İsmail, Arap Dünyasında Komünist Hareket, Çev:K. Sarısözen, Kapı Yayınları, 2006, s. 42-44.
  29.  C. Hekimoğlu ve A. Giritli, a.g.e
  30.  E. Z. Güler, Arap Milliyetçiliği: Mısır ve Nasırcılık, Yazılama,2011, s.218.
  31.  Yirmi yıl önce yazılmış olmasına rağmen köylülük meselesine ilişkin daha fazla bilgi için: A. Güler, Köylülüğü Önemsememek mi Köylü Kurnazlığı mı? Gelenek, 50:9-13, 1995.