Attila İlhan, kendi iddia ve varsayımları bir yana, Türkiye’nin özgün kemalistlerinden biridir. Özgünlüğü kapsamında değerlendirilmeli; kendisini “sosyalist” olarak görür. İçerden sayıp girilmesi kaçınılmaz bir etik tartışmanın önünü hemen almak istediğim için belirtmeliyim: Bizden değildir. Yalnızca etik nedenlerle -ki bunlar hayli önemlidir- değil aşağıda değerlendirilecek ideolojik tercihleri nedeniyle bizden değildir. Özgün olan ve olmayan İlhan’ın özgünlüğünden...
“Sanıyorum sonuna geldi” . Yıllar önce kemalizmle ilgili bu söyleniyordu. Ve sanıldığından daha fazla sayıda solcu tarafından. Türkiye solu, karşısında görmekten kurtulamadığı kemalizmi aştığını sanıyordu. Kendi gücüyle değil tabii. Kemalist söylemlerle gelen 12 Eylül gericiliğinin ve darbenin hemen ardından başlayan Kürt direnişinin kemalizmi ila nihaye bitirdiği iddia ediliyordu. Yeni sol çevrelerde pazarlanan tez şuydu: Kemalizm...
Türkiye’nin içinden geçtiği siyasal süreci değerlendirmek herkes açısından fazlasıyla önemli. En gelişkin örgütlenme biçimi olarak tanımlayabileceğimiz siyasal partilerden, belki şimdiye kadar siyasetle hiç ilgilenmemiş “sokaktaki insan”a kadar hemen herkes ülkenin gidişatına dair doğru ya da yanlış akıl yürütmeye ve geleceği (belki de kendi geleceğini) görmeye çalışıyor. Sosyalist İktidar Partisinin (SİP) değişik yayın organlarında bu süreci...
  “Cephanelikler isyancılar tarafından yağmalandı. Fakat isyancılar saat 11:00 sularında kontrolü yeniden ele geçirecek olan ordu birliklerinin şiddetli direnişiyle karşılaştılar. 5i kadın olmak üzere yaklaşık 66 isyancı öldürüldü veya aldıkları yaralar sonucu hayatlarını kaybettiler hükümet güçleri ise 28 kayıp verdi. 24 saat içinde hemen hemen 300 tutuklama yapıldı ve toplam tutuklama sayısı yaklaşık 700ü buldu....
Toplumsal süreçlere ilişkin her kavramlaştırma, bu süreçlere ilişkin çözümleme ihtiyacını perdeleme ve çözümlemenin yerine geçme riskini de barındırır. Özellikle sık kullanılan kavramların aydınlatıcı özelliklerini yitirerek birer etikete dönüşmesi her zaman mümkündür. Sözgelimi, “depolitizasyon”, 12 Eylül sonrasında solun oldukça sık başvurduğu bir kavram oldu. Nerede bir tıkanıklık varsa, orada toplumsal depolitizasyonun çıktıları görüldü. Solun önemli bir...
90’ların başında bir yükselişin eşiğinde olan ve herkesin gözlerinin üzerine çevrildiği Refah Partisi ve çatısının altındakiler, bugünkü yeniden yapılanma sürecinde dışlanan ve zaman zaman diş gösterip zaman zaman mazlumu oynayarak kendisine yeniden bir “yer açılmasını” bekleyen bir aktör olarak belirginleşiyor. Kısa bir dönem “hükümet olma” biçiminde tecrübe ettikleri iktidar hülyaları ise, artık sonraki onyıllara veya...
Sonuçlarının düzen açısından pek umut verici olduğu söylenemez, ama ekonomi alanında gerek meclisten çıkan reform kanunlarının sayısı, gerek bürokratların ciddiyeti, gerekse egemen sınıfın organik temsilcileriyle yürütülen tartışmalar anlamında 28 Şubat’tan bu yana belirgin bir ilerleme göze çarpıyor. Hükümetin ekonomiden sorumlu üyelerinin çapsızlığı dikkate alındığında “ciddi” ekonomi basını, “kazanımları” genellikle bürokrasinin hanesine yazıyor. Çiller ve RefahYol...
Türkiye siyaseti kemalizmin altından kalkamıyor. Kemalizmle başa da çıkılamıyor. Sol içerisinde ideolojik etkisi asla küçümsenmemesi gereken sol-liberalizm hâlâ kemalizmle hesaplaşmaya uğraşıyor. Solun bütünü hâlâ kemalizmden kopamamakla eleştiriliyor. Devrimci demokrasinin bir kesimi, sanki kemalizmin peşinde koşturan kendi öz ataları değilmişcesine solun diğer kesimlerine herhangi bir konuda fatura çıkartmak gerektiğinde kemalizmin izlerini arıyor. Bu arada, sola anti-kemalizm...
Kemalizm üzerine yazmak 90’lı yıllarda sosyalistler açısından siyasal önemini yitirmiş görünüyordu. Bu konu daha çok sivil toplumcularla sol-kemalistlerin arasında bir tür polemik konusu olmaya sıkışmış durumdaydı. Açıkçası bunu çok isabetli olarak görüyor ve gerek Osmanlı gerekse Türkiye Cumhuriyeti tarihi üzerine çalışmanın akademik ağırlıklı bir çaba haline gelmesini yararlı buluyordum. Siyasetçiler buradan özellikle ideoloji konularında önemli...
1993 yılının ikinci yarısıydı. Yoldaşlarla Türkiye kapitalizminin nasıl bir döneme girmekte olduğuna ilişkin tartışıyorduk. Bu tartışma ilk haliyle, bir mücadele stratejisi belirleme çabasından kaynaklanıyordu. Sistemin hangi unsurlarında devrimci hareketin yararlanabileceği zayıflamalar ortaya çıkacak, bu zayıflamalar giderek çatlak ve gedikler haline gelecekler mi, zayıf noktalara dönük müdahalelerimiz işçi sınıfını merkeze koyarak nasıl mümkün olacak vb… Bu...
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×