Aslında tam tersi düşünülür değil mi? Yani burjuvazinin şu ya da bu bölümü ile (ya da hatta bütünüyle) ittifak kurulamadığı, kurulsa bile dağıldığı… Tarih, solun tarihi, ama örtük ama açıktan, burjuvazi ile ittifak kurulması tartışmalarıyla dolu. Sanırsınız ki burjuvazi ile ittifak hiç kurulmamış; onca utangaç tartışmaya rağmen aranan ittifak bir türlü oluşmamış. Ama bu yazıda...
“Merkezi planlı ekonomilere sahip ülkelerde kadınlar birçok alanda daha fazla ilerleme kaydetmiştir. Bu ülkelerdeki kadınlar, toplumsal ve ekonomik gelişmeler ve barış silahsızlanma detant uluslararası işbirliği için aktif mücadele de dahi olmak üzere, ülkelerindeki kamusal hayatın tüm diğer alanlarında aktif olarak yer almıştır. Ulusal mekanizmaları hâlihazırda yeterli finansal kaynak aktarımı ve vasıflı çalışanlara sahip merkezi planlı...
Geçtiğimiz ay içinde Afganistan’ın hızla Taliban yönetimine bırakılması özellikle Batı’da “kaygı, panik” ve hatta yer yer “infial” ile izlendi. Belki çoğu kişi yakın geçmişi hatırladı: İslam Devleti’nin Irak’ın kuzeyini ve Suriye çöllerini 2014’te hızla ele geçirmesini. Benzer bir halin yeniden yaşanacağı, “islamcı kökten-dinciliğin” dizginlerinden boşaldığı ve yeni trajik olayların kapısının aralandığı düşünüldü. Bu kaygıları besleyecek...
Sloganlar, öznenin parçası olduğu nesnelliğin üzerine attığı boya gibidir. Boyanın döküldüğü yerde zemine renginizi çalarsınız ve zemin artık eski zemin olmaktan çıkar, sizden de bir renk taşır. Boyanızı bazen bugünün arızalı parçaları üzerine atarsınız, düzeni teşhir etmek için; bazen de döner dünün mücadelelerine, kavramlarına, örneklerine atarsınız boyanızı, onları bugüne taşımak, ‘başka türlüsü mümkün’e işaret etmek...
Bundan tam yüz elli yıl önce, 1871’de, Fransa’da nesnel koşullar elverişli olmasa da tarih, işçi sınıfının önüne ülkesini korumak için kendisini iktidara taşıma zorunluluğunu koydu. Birkaç darbe taraflısı dışında kimse işçi sınıfı adına iktidarı istemiyordu. Ama imparatorluğa son veren burjuvazi cumhuriyeti üçüncü kez ilan ettiğinde bunu hemen bir teslim anlaşmasıyla taçlandırdı ve bu ağır teslimiyet...
“8 Mart’ın tarihçesi” üzerine yazılacak bir yazının[1], öncelikle şimdiye kadar anlatılan bir miti düzeltmekle başlaması gerekiyor. “Mit” olduğu kanıtlanan hikâyeyi ve gerçek olmadığına dair verileri birazdan açacağız. Ancak hikâyenin gerçek olmadığını yazmakla kalmanın aslında bugüne anlamlı bir katkısı olmayabilir. Çünkü masaya yatıracağımız anlatı, gerçek olamayacak ya da gerçek olsa sahiplenmeyeceğimiz bir hikaye değil. Esas olarak...
Bugün yaşı 50 civarında ya da daha fazla olanlar iyi anımsar. 1970’li yıllarda Libya lideri Muammer Kaddafi popüler bir şahsiyetti. Sık sık basında yer alır, tartışmalara, sohbetlere konu olurdu. Bunda hiç kuşkusuz sıra dışı kişiliğinin payı vardı. Ancak tek neden bu değildi. Libya’da bir “sosyalist cemahiriye” kurduğunu, adına “yeşil sosyalizm” dediği bir sosyalizm biçimi oluşturduğunu...
Geçtiğimiz yıl Yazılama Yayınları’ndan çıkan[1] ve Ernesto Che Guevara’nın çeşitli metinlerinin bir derlemesi olan Sınırsız Düşler kitabının bende karmaşık hisler uyandırdığını belirterek başlamalıyım yazıya.[2] Bir yandan, kitap çok heyecan uyandırıcı. “Nasıl olmasın, Che bu!” diyebilirsiniz, ama, daha ötesi: Kitabın kimi bölümlerinde Che’nin düştüğü notları, toplantı tutanaklarından okuduğumuz sözleri, mektuplarında dile getirdiği bazı fikirleri, üzerinden yarım...
Hakkında sayısız şey söylenebilir, ki söylendi. Hakkında ciltlerce kitap yazılabilir, ki yazıldı. O yüzden, ve kaçınılmaz olarak, insanlık tarihine damga vurmuş, dolu dolu bir yaşam sürmüş her büyük kişiliğe dair birşeyler yazmak isteyen herkesin karşı karşıya kaldığı soruyla biz de muhatabız: Hangi yönünü anlatmalı? Neresinden tutmalı? Yanıtımın kişisel, ve biraz da duygusal olduğunu itiraf etmeliyim....
Bir teknoloji müzesindeyim, diyordum kendi kendime; hiçbir karanlık yanı yok bunun, belki biraz donuk, ama zararsız bir ölüler ülkesi. Müzeleri bilirsin, La Jaconde’un bugüne dek hiç kimseyi yuttuğu görülmemiştir. Watt’ın makinesiyse beni hiç yutmazdı; olsa olsa Ossiancı ve neo-gotik soyluları korkutabilir o. Umberto Eco, Foucault Sarkacı Anahtarı olmadan Filozofların Gül Bahçesi’ne girmeye çalışan kişi, ayakları...
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×