Malumunuz; ezilenler, sömürülenler, mağdurlar, yoksullar, mazlumlar, marjinal sektörlerde çalışanlar, kent yoksulları… diye uzayıp giden “yoksulluğa dair bir kategoriler zenginliği” söz konusu. Hayatın, edebiyatın ve kuramın çeşitli alan ve uğraklarında karşımıza çıkıyorlar sürekli; daha da fecisi yaşıyoruz sıklıkla bu “ulamların gerçekliği”ni. Sonuçta kendileri işçi sınıfı düşüncesini ve mücadelesini geliştirmeye çalışanlar için bir taraftan sınıf analizlerinin “yardımcı...
“Amerika’yı yeniden keşfetmeyelim” duymaktan bıktığımız tekerleme… Siyasilerin hatta akademisyenlerin diline pelesenk olmuş bir söylem… Ulusal sağlık sistemi AKP iktidarı eliyle hızla piyasalaştırılmaktadır. Bu programın yürütücüleri topluma sürekli ABD sağlık sisteminden örnekler vermektedirler. Piyasalaşma yolunda reform adı altında yapılan değişiklikler bu örneklere dayandırılmaktadır. Büyük bir iştahla benzemeye çalıştığımız ABD sağlık sistemi, aslında derin bir kriz içindedir....
Olur da, olmaz da; yahut, hem olur hem olmaz. Bizim halklarımızın haklı olarak sahiplenmede paylaşamadıkları büyük bilge Nasrettin Hoca’nın, çatışan tarafları dinledikten sonra, birine dönüp “sen haklısın”, öbürüne dönüp “sen de haklısın” demesine benzedi biraz. Dolayısıyla, bu kez, yazıya başlarken sorduğumuz soruya ne kestirme ne de kesin bir yanıt bulamadığımıza göre, asıl konuya girmeden önce...
Kemal Özer’le 1976-86 yıllarında güçlü bir dostluk ilişkisi kurduğu Fahri Erdinç’le mektuplaşmaları ve Türkiyeli yazar ve sanatçıların sosyalist ülkelerdeki yazar ve sanatçılarla ilişkileri hakkında konuştuk: Fahri Erdinç’le 1976-86 dönemindeki mektuplaşmalarınızdan, o dönemde Türkiyeli yazar ve sanatçılar ile sosyalist ülkelerin yazar ve sanatçıları arasındaki ilişkilerin son derece yoğun olduğu anlaşılıyor. Bu ilişkilerde, “yan yana gelmenin” ötesine...
Gülmek ya da “karın kaslarımızı harekete geçirmek”, Brecht’e göre “meseleleri anlamanın” en etkili biçimi. Ancak söz konusu kasları harekete geçiren “şeyler”in o kadar geniş bir ıskalası var ki, ayrımları belirlemek epey zor gibi. Birkaç yıl önce, “şimdi” diyerek girmeye çalışmıştık meseleye. Hadi şimdi, bir daha bakalım öyleyse:   Bir grup sözcüğü dizelim: Şaka (latife), alay,...
İnsan var, insancık var. Kitap var, kitapçık var. Farklılıkları ortaya koymakta, “ağırlığın” da bir (yeri ve) değeri var. Ağır okumalar, kitabın yoğunluğu ile kalınlığı, kapsayıcılığı ile anlatımı, belge niteliği ile kurmaca niteliği hep birlikte “ağır” ise, daha bir okkalı oluyor sanki. Tıpkı Peter Weiss’in derya-metni, “Direnmenin Estetiği” gibi. Bir dönem, Ayrıntı yayınevi “ağır kitaplar” diye...
“Çürüme”, uzunca bir süredir, sağcısıyla solcusuyla, her meşrepten yazarın ve siyasetçinin, hatta neredeyse orada burada “memleket meseleleri”ni konuşmaya meraklı yurttaşların bol bol kullandığı bir sözcük oldu. Üstelik, insanlık kalmadı, ahlak çöktü, bu memleket adam olmaz türünden her yana çekilebilir konuşmaların konusu olmanın ötesinde, bizim burada doğrusu budur diye öne çıkaracağımız anlamına çok da uzak sayılmayacak...
Görüntülerle çevrelenmiş durumdayız. Gerçeği(ni) fark edemeyeceğimiz ya da gerçeğ(in)e yönelip ona vakıf olamayacağımız kadar çok görüntüye maruz kalıyoruz. Görüntü bombardımanı, düşünceyi, soyutlamayı, sorgulamayı, analizi, dolayısıyla “gerçeği kavrayıp müdahale olanaklarını geliştirecek bir akıl”ı dumura uğratıyor, buna yarıyor. Ancak görüntülerin içine çok girilmediğinde, bombardımana rağmen dışarıdan bakma yetisi kaybedilmediğinde, ilişkiler sorgulanıp “göründüğü gibi olmayanlar” deşilebildiğinde ve elbette...
Ali Mert Aydemir Güler Mesut Odman Metin Çulhaoğlu Metin Çulhaoğlu: Arkadaşlar ben yine her zamanki gibi bir sunuşla başlayacağım. Sanırım şöyle bir giriş yaparsak üzerinde yürümeye elverişli bir zemin yaratabiliriz: Daha gerilere gitmeden, 1960’lı yıllardan başlayarak günümüze kadar uzanan yaklaşık 45 yıllık tarihte Türkiye’de kültür, sanat ve edebiyat alanında hangi ana eğilimleri, hangi ana çizgileri...
Postmodernist bir marksizm olabilir mi? Teorik kaygıları bir yana bırakıp somuta baktığımızda, marksist olma iddiasını da taşıyan bazılarının (gerçekte) postmodernist tezleri savunduğunu görebiliriz. Doğanın boşluktan ne kadar hoşlandığı ya da hoşlanmadığı, fizik biliminin ve felsefenin eski bir tartışma konusu. Buna karşın, düşünce tarihinin boşluktan hiç hoşlanmadığı, insan aklına gelebilecek her tür tezin birileri tarafından savunulduğu...