Türkiye toplumunun dinamik yapısını, nasıl hızla değiştiğini bilmiyor olamazsınız. “Global değişim rüzgarı” yıllardır öyle bir üfürüp duruyor ki, “değişen dünyada yerini alan Türkiye” klişesiyle başlayan bir seslenişe muhakkak denk gelmişsinizdir. Politikacısıyla medyası başta olmak üzere ideolojik seslenme kabiliyeti bulunan bütün düzen güçlerinin amentüleri arasında “sosyalizm artık öldü”yle birlikte ilk sıraya yerleşen “değişim”in, ne olduğunu ise...
Gelenek’in daha önceki sayılarında ve hemen tüm yayın organlarımızda, düzenin, siyasal üstyapı kurumlarının merkezine oturması öngörülen burjuva partilerinin bıraktığı boşluğu, devletin içindeki ve/veya desteğindeki diğer güç ve ideoloji örgütlenmeleriyle (medya, kontr-gerilla vs.) doldurmaya çalıştığını vurgulamıştık . Bugün gerek krizin çeşitli boyutlarında (özelleştirmeler, parlamenter demokrasinin temsil krizi vs.) gerekse restorasyon uğrağında, burjuvazinin, kendi sesini duyuran medyanın...
Postmodernizm tartışmaları Türkiye’de özellikle 1990’lı yılların başında popülarite kazandı. Batıda “moda” olan her akımı sorgusuz sualsiz ithal eden Türkiye aydını, bu tartışmalara yeni bir şey eklemekten çok varolanı anlamaya ve güzelce ambalajlayıp anlatmaya çalışır. Batı’daki yüklü külliyata karşın Türkiye’deki tartışmalar daha çok çevrilen kitapların üzerinden yol alır. ’90’lardaki bu “moda” da geniş kesimler tarafından ucundan...
Belki de geçiyor! Bugüne kadar yaptıklarımızı “savunma” ya da “direniş” hanesine yazmak, en azından kısmen, haksızlık içerebilir. İçersin! Kapitalizmin bugünkü çürümüşlüğünü ve yaşadığımız ortaçağı aratmayan karanlığı hesaba kattığımızda, yapmamız gerekenlerin, yapabilecek olduklarımızın pek azını yaptığımızı kabul etmek zorundayız. Ortaçağı ortaçağ yapan, aydınlanma dönemi ve Fransız Devrimi’ydı. Ortaçağın Avrupalı insanı, karanlık bir dönemden geçtiğinin farkında değildi....
“Ben bir rastlantıyla okuma olanağı bulmuştum. Açların, çıplakların, okumayanların yerini, şans bize gülmüş, biz doldurmuştuk. Peki bana bunları kim veriyor diye sorduğumda, o günlerdeki yanıtım devlet oluyordu. Daha sonra devlet kimi temsil ediyor sorusuyla asıl karşılığını buldum. Halk veriyordu, Türkiye gibi okumayanların milyonları bulduğu bir ülkede okuyabilenleri aslında halk okutuyordu… bu borç ödenmez, ama ödemeye...
Bu topraklarda sosyalizmin boy atamayışını “işçi sınıfı kültürü”nün yokluğuna bağlayanlar olduğuna oldukça sık tanık olmaya başladık. Yine benzer bir biçimde, bu ülkede felsefe birikiminin olmayışı ya da yetersizliği; sanatın, bilimin, estetiğin “geri” oluşu da devrimin sürekli “bir başka bahara” ertelenmesinin (yegâne) sorumlusu olarak gösteriliyor… Somut durumun somut tahlilini yapmaya çalışarak sınıf savaşımında işçi sınıfından yana...
1970’li yılların ortalarında patlak veren petrol şoku dünya kapitalist sistemini büyük bir krizin içine soktu. Sürdürmekte olduğu ithal ikameci sanayileşme politikaları yüzünden Ödemeler dengesi problemiyle karşı karşıya olan Türkiye, bir yandan da yükselen petrol fiyatlarının ithalat maliyetini artırması nedeniyle, petrol şokunu takip eden borç krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri oldu. “Borç krizinin pratikteki önemi,...
güneşe dönük yüzüm benim geleceğim geleneğe Bürodaki eşyalarımı topluyor, kutuluyorum. Akademik yaşamım son buluyor. Üniversitedeki yıllarım masanın üstünde, çekmecelerinde biriktirdiği kâğıtlar, dosyalar arasından elime her sızanı okumaktan kendimi alıkoyamıyorum. Ne de olsa tüm bu bitirilmemiş -bazen de başlanmamış- yazılarda kendi tarihim var. Yine dayanamayıp, bu yazılardan birinin de sonunu bağlıyorum, geçmişin tozu ve geleceğin tohumu...
Sevdalınız Komünisttir Annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar, yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı, anlamak sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, anlamak gideni ve gelmekte olanı. 1946 – Bursa Hapishanesi Nazım Hikmet,Türkiye toprağında sosyalizm mücadelesinin temelini atan geleneksel sol kuşağın bir temsilcisi. Büyük Ekim Devrimi’nin coşkusuyla mücadeleye giren “ilk komünist partililer’ kuşağı, daha kavganın başında iken...
Bugüne kadar Türk sinema tarihi konusunda, temelde, iki çalışmadan bahsedilebilir. Bir tanesi Nijat Özön’ün  1962 yılında yazdığı tarih çalışması, diğeri de Giovanni Scognamillo’nun  başlangıcından 1980’lerin sonlarına kadar getirdiği Türk sinema tarihidir. Bunlar dışında, Engin Ayça’nın kitap boyutlarına ulaşamayan daha çok dergilerde yazı olarak, yayınlanan ve genel olarak Türk sinemasının başlangıcından 1950’lerin sonuna kadar olan dönemi...
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×