Türkiye’de solun gündemine, beğenilsin beğenilmesin, damga vuran “birlik” tartışmalarının bugün hangi düzlemde seyrettiğine ilişkin değişik görüşler ileri sürülebilir. Bu görüş çeşitliliği içinde önce önemli bulduğum bir noktanın altını çizmek istiyorum. Tartışmalarda, her biri kendi işlevine sahip, iki tür yaklaşımın geçerli olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri, gelinen noktayı ya da alınan mesafeyi görmeye, daha ileri mevziler için...
“Sosyalist parti”nin tartışılmasında birkaç adım daha atmak mümkün mü? Başka deyişle, partinin yapısı, ilkeleri, işleyişi gibi konularda bugünden ortaya konabilecek neler var? Yazı bu alana bir giriş niteliği taşıyor. Kolay iş olmadığını belirtmek isterim. Bir yanda “örgüt anısı” nakletmekten, öte yanda deney-ilke mesafesini bir anda aşıveren tez canlı genellemelerden kaçınmak gerekir. Yaşananlar arasında nelerin gerçekten...
Türkiye sol hareketinin 1960 öncesi, eskilerin deyişiyle oldukça “netameli” bir alandır. Buna ben de kızıyorum; ama daha çok etik gerekçelerle. Ön plandaki kişilere ve olgulara ilişkin acımasız yargılarda bulunmak kolaydır. Üstelik, acımasız niteliklerine karşın bu yargılarda mutlaka belirli doğruluk payları da bulunacaktır. “Anlayışlı” bir yaklaşımla bu tür yargıların acımasızlık dozajını azaltmak, en başta gençler için...
I.Giriş Üç yıl aşkın bir süredir en eski sosyalist ülkede, önemsenmesi gereken bir süreç yaşanıyor. Glasnost ve perestroyka’yı tüm dünya dillerinin kelime hazinesine hediye eden gelişmelerin temellerinde gerçek sorunlar vardır. Sovyetler Birliği Komünist Partisi, ülkenin ve partinin, iktisattan örgütlenmeye kadar akla gelebilecek her alanda yüz yüze geldiği sorunların çözümü doğrultusunda son derece enerjik bir atılım...
Marx’ın yöntemine en genel anlamda ad bulmak sorun olmamıştır. “Diyalektik yöntem” denilir, doğrudur da. Oysa bu yöntemin Marx tarafından kullanılışındaki ayrıntıları, incelikleri ve özellikleri kavrayabilmek o denli kolay değildir. Marx, yönteminin özelliklerine ilişkin önemli ipuçları bırakmıştır geride. Bunlardan kalkarak ve Kapital, Grundrisse gibi çalışmalarda rastlanan destekleyici örneklerle, yöntem sorununa genel bir yaklaşım denemesinde bulunulabilir. Marx,...
“Klasikler” denildiğinde, solda pek çok kişi için akla Marx, Engels ve Lenin’in çalışmaları gelecektir. Marx’ı ve Engels’i sahiplenenlerden bir kesim ise, Lenin’i “klasik” saymayıp bir “sapma” ya da kendine özgü bir “yorum” olarak değerlendirmeyi yeğleyecektir. Alınan tutum ne olursa olsun konuyu ayrıntılı biçimde tartışmak mümkündür. Ancak amacım bu olmadığından, şu an için özet bir yargıyla...
Türkiye ilginç bir ülkedir. Türkiye toplumu geçmişinden uzaklaştığı ölçüde, yakın tarihini kimi alanlarda daha yoğun yaşamaya başlar. Çünkü Türkiye’de siyasetin açılımcı zenginliği, ideolojinin döngüsel kısırlığını oluşturur. Aynı nedenle ülkedeki sınıfsal ve siyasal mücadele süreçleri içerisinde, ideolojik formasyonlar, çoğu kez kendi doğal gelişimlerini yaşayamazlar. Bu anlamda pek “bitmezler” de. Siyasetin oynaklığı, aralarından kimilerini, birer parmak tadıldıktan...
İdeoloji ve siyaset, Marksist teoriye ilişkin tartışmalarda özellikle ilgi toplayan alan haline geldi. Gramsci’nin “keşfedilmesi” ve Althusser’in çalışmaları, Avrupa’da tartışmaların odak noktasını oluşturdu. Siyaset ve ideoloji ile doğrudan bağlantılı bir üçüncüsünü, “kapitalist devlet”i de katınca, üstyapı olarak tanımlanan alan büyük ölçüde dolmuş oluyor. Devlete ilişkin tartışmalarda Miliband, Laclau, Poulantzas gibi isimler öne çıkıyor. Böylece, ayrıntılı...
Geleneksel solun Türkiye’de, bir yanda uluslararası boyutlu açılımların, öte yanda da “içerideki” toparlanma-birleşme süreçlerinin kesişme noktasında, ciddi bir sınavla karşıkarşıya bulunduğu ortadadır. Solun bu kanadında belirli kesimler bugüne dek sergiledikleri performansla başarısız bir sonuca aday olduklarını göstermiş bulunuyorlar. Sözkonusu olan, geleneksel solun en başta kendi geçmişi ve ilkeleri ışığında, ağırlıklı olarak kendine karşı vereceği bir...
Aydını, Gelenek‘in bu kitapta ana teması açısından bir kez daha kısaca tanımlamak istiyorum. Aydın, bir taşıyıcıdır; taşıyıcı bir “zihin”dir. Yükü de, tarihsel gelişimin ve verili nesnelliklerin oluşturduğu bir bütün… Tarih ve gerçeklik, kendilerini en çok aydın zihnine yüklüyorlar. Aydını bu “yük” kavramıyla birlikte ele alınca, ortaya oldukça kritik bir konu çıkıyor: Taşıyıcı zihin böyle bir...
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×