Gerek kavramsal içeriği açısından gerekse somut süreç olarak “gelişme” üstüne çok şey söylenebilir. Süreç olarak alındığında gelişmenin her evresinde, süreci daha ötelere taşıyacak dinamiklerle, ulaşılan aşamayı o haliyle kalıplaştırmaya yönelen eğilimler arasında bir çekişme görülür. Ulaşılan son aşamayı kalıplaştırmaya çalışanlar hep daha “rasyonel”, daha “gerçekçi” bir görünüm verirler. Bu yenilikçilerin başlangıçtaki yalnızlıklarını doğurur. Siyasal planda...
Sosyalist hareketin gündemine program sorunu ne zaman girse hemen Engels’in ünlü sözleri akla gelir; pratikte yapılanların programın kendisinden daha önemli olduğuna ilişkin çok bilinen sözler… Engels’in değerlendirmesine karşı çıkmak ve bir programın kendi başına taşıyabileceği belirleyiciliklere aşırı önem vermek elbette doğru olmaz. Ne var ki sosyalist hareketin bugün geldiği noktada, aynı sorun gerçekten de özellikle...
Türkiye solu “sivil toplumculuk” denilen afyondan kendini kurtarmak üzereyken bu kez eski bir belâyı, “zinde güçler” saplantısını, yeni versiyonlarıyla dertli başına kondurmaktan kaçınmalıdır. Bir süre önce solda oldukça iğreti, buram buram özenti kokan bir gündem yaratılmıştı: Kesintiye uğramayacak bir demokrasi için belirli odakların etkisizleştirilmesi hedefi ve bunun için de, icabında ANAP’a bile koltuk çıkma zorunluluğu…...
Haftalık Nokta dergisi daha geçenlerde çarpıcı kapağı, dayanılmaz bir humor içeren fıkra ve vinyetleri, nihayet dışardan Glucksmann, Rosanda, içerden de Akad, Belge ile Marksizm defterini dürmüşken söylenecek ne kaldı ki? Gelenek bu kitabını Avrupa soluna ayırdı. Marksist düşüncenin Avrupa’daki gelişimi de konunun içinde. Nokta‘dan sonra Marksizm için olumlu bir şeyler söyleyebilmenin mümkün olup olmadığını tartarken...
Sözünü sıkça ediyoruz ama “çubuk bükme” eylemini sol politikada ne kadar becerebiliyoruz? Yanlış bulduğumuz her vurgunun tam tersini zorlamayı “çubuk bükme” olarak kabullenme eğilimi çoğumuza yerleşmiş. Diyelim “sivilleşme” adına ANAP’a belli umutlar mı bağlanmıştı; o halde çubuğu bükmek için en ama en Eylülist kadrolann ANAP’ta olduğunu sabah akşam tekrarlamak yeterliydi. 12 Eylül’le birlikte mücadeleci değerleri...
İşleri pek fena sayılmazdı. Hatta çevresine şöyle bir baktığında ortalamanın üzerinde bir düzey tutturduğunu görüyordu. Gene de geçmişine ve inançlarına olabildiğince sadık kalmıştı. Ulaştığı yaşam standardına ve malum aile sorumluluklarına karşın içindeki mücadele kıvılcımları sönmemişti. Kimileri gibi “elveda” dememişti kısacası… Evet hala inanıyordu ve daha önemlisi mücadele etmek de istiyordu. Ama mücadelenin öyle çoluk çocuk...
Bir geminin ayrıldığı limanı geride bırakıp yavaş yavaş gözden yitirmesi gibi, 1961-71 dönemi de giderek geçmişe gömülüyor. Aramızda o yılları yaşayan pek çok kişi var, olaylar belleklerde tazeliğini koruyor. Ancak henüz doyurucu bir değerlendirmeye tabi tutamadık bu ilginç dönemi. Malum, akademisyen kesimden ciddi katkı gelmesi artık pek mümkün değil. İş siyasal diriliklerini koruyanların, güncel hedefler...
Türkiye solunda nihai hedefin yani sosyalizmin vurgulanması neredeyse bir “garabet” olarak görülmeye başlandı. Nihai hedefin vurgulanması 1961-1971 döneminde de belirli çevrelerden tepki alırdı. Gerekçe şuydu: Türkiye’de ürkütülmemesi gereken millici güçler vardı bunlar “cephe”ye katılmak üzereyken sosyalizm hedefini yineleyip bir çuval inciri berbat etmenin alemi yoktu… Benzer kaygıları bu kez burjuvazinin demokrat olduğu varsayılan kesimlerinden hareketle...
Cezaevlerinde ve yurtdışında yaşayanları bir yana bırakırsak, Türkiye solunun okuma alışkanlığı konusunda olumlu konuşmak pek mümkün değil. Her şeye karşın Türkiye’de solda bir kesim var, artmasa bile eksilmiyor da… Bu kesim, bunca yayın çıktığına göre küçümsenmeyecek ölçüde yazabiliyor. Aynı kesim sözkonusu yayınlar belirli bir alıcı bulabildiğine göre abartılmamak kaydıyla okuyor da… Bugüne dek okuduklarımdan kalkarak...
“Artık” 2000’lere gidiyoruz. “Artık” değişmek gerekiyor. “Artık” eskiyi bırakma, gömme günüdür… Her yıl 31 Aralık günü kentlerimizin caddelerinde bir koşuşturmadır gider. İnsanlarımız kendilerini oraya buraya atarak yeni yılı karşılamaya hazırlanırlar. İşte biraz bunu andırıyor: Türkiye’nin sağı ve solu, galiba en çok da solu, bir mesih bekler gibi bekliyor 2000’leri. Ne olacak acaba? Dinamo Kiev iyi...