Türkiye sosyalist devrimini düşünüyoruz. Ülkemizi sosyalist devrimin yapılabileceği bir zemin haline nasıl taşıyacağız? İşçi sınıfımızı bu devrimin öncü toplumsal gücü olma yeteneğine nasıl kavuşturacağız? Kuşkusuz bu sorularla Türkiye komünist hareketinin aydınlanmacı, kamucu yurtsever/bağımsızlıkçı ve enternasyonalist kimliği birbirleriyle doğrudan bağlantılıdır. Bu bağlantıya dair kafalarını zerre kadar çalıştırmayanların, komünist hareketin aydınlanmacılığını 28 Şubat ile bağlantılandırma, kamuculuğu kapitalizmin...
  “Uluslararası sistem Sovyetler Birliği’nin ortaya çıktığı 1917 yılının öncesine dönmüştür.” (SİP Konferansı) 1917 Devrimi’nin öngününde dünya halkları savaştan kırılıyordu. Öte yandan insanlık sosyalist devrimin öngünündeydi. Barbarlık ile sosyalizm birbirlerine ilk kez bu denli bitişmişlerdi. Açık söylemek gerekirse, uluslararası sistemin geçtiğimiz yüzyılın başlarını hatırlatması bu muazzam karanlık ile büyük aydınlığın her ikisine birden işaret etmektedir...
Kürt hareketini ve ulusal sorunu tartışıyoruz. Önümüzü görür hale gelene kadar tartışmalıyız. Ama neyi görmeye çalıştığımızı baştan bilerek… Kullanılan dili yeniden organize etmek yazarın elinden gelmiyor. En fazla birkaç kavram eklemek, anlamlarla oynamak mümkün. Ötesi olabilseydi, sosyalistlerin dilinden Kürtler’e dair “ulusal sorun” lafını çıkartırdım: Sosyalistlerin Kürt başlığında bir “sorun” değil, “dinamik” görmeleri, görmeye çalışmaları gerek....
Bir kez daha kriz kavramı üzerinde duran bir çalışma… Ancak son zamanlarda Gelenek’te yer verdiğimiz çalışmalar, çoğunlukla Türkiye’nin güncel süreçlerini odak aldı. Bu kez ufkumuzu önce bir ölçüde genişletip, 1990’ların sınıf mücadelelerinden bağımsızlaşacak ve ülkemizde tarihsel/yapısal anlamda işlerlikte olan kriz mekanizmalarına bakmayı deneyeceğim. Sonra bugüne geri dönmek ve solun görevlerini kısaca tartışmak üzere… Kriz tasviri...
Bu yazı yazılırken Abdullah Öcalan’ın ya da “asrın davası” Yargıtay aşamasına gelmişti. Hala masanın üzerine yeni şeyler çıkma olasılığı var. Ancak davanın sonucuyla değil ama Kürt hareketinin yaşadığı süreçle ilgilenen bu çalışma açısından pek bir yenilik beklemeye gerek olmayacak. Kürt çevrelerinin Öcalan’ ın izinden giderek “bir 21.yüzyıl manifestosu” ilan ettikleri ilk savunma metni yeterince açık...
1980 öncesini, 12 Eylül’ün önce militarist, sonra liberal karanlığını, ‘90’ların gericiliğini yaşayan devrimci kuşaklar, biri diğerinden çok farklı ruh hallerine kapıldılar, yola devam diyebilmek için farklı gerekçelere sahip oldular. Kimi dönem ülkenin kaderini değiştirmenin eşiğinde olduğumuza inanarak, sonraları yalnızca insan olmanın namusu adına, bazen marksizmin açıklama gücüne ikna olarak, başka kerelerde ise siyasal öfkeye dayanarak…...
Türkiye siyaseti kemalizmin altından kalkamıyor. Kemalizmle başa da çıkılamıyor. Sol içerisinde ideolojik etkisi asla küçümsenmemesi gereken sol-liberalizm hâlâ kemalizmle hesaplaşmaya uğraşıyor. Solun bütünü hâlâ kemalizmden kopamamakla eleştiriliyor. Devrimci demokrasinin bir kesimi, sanki kemalizmin peşinde koşturan kendi öz ataları değilmişcesine solun diğer kesimlerine herhangi bir konuda fatura çıkartmak gerektiğinde kemalizmin izlerini arıyor. Bu arada, sola anti-kemalizm...
Türkiye sosyalist hareketi işçi sınıfı politikalarına ilişkin artık “özgürleşti.” Egemen sendikacılığın son durağa gelmesi, bu tırnak içinde özgürlüğün kaynağı. Sosyalistler, sendikal hareketin tam anlamıyla ya ihanet ya da tıkanma evresine gelip dayandığı bir konjonktürde, perspektif üretimini belirli açılardan kısıtlayan kısmi kazanımlara ve gözetilmesi gereken dengelere sahip olmama durumunu bir avantaja dönüştürmelidir. Elbette içinde bulunduğumuz konjonktür...
Sınıfımızın ihtiyaç duyduğu yeni öncü işçi kuşağına, bu kuşağın habercilerinden Hyatt Oteli işçisi yoldaşlara. Bu yazının akademik anlamda bir mükemmellik iddiası olmayacak. Çizilecek çerçevede öne çıkartılan öğeler, özellikle Türkiye işçi sınıfı hareketinin tarihinin tam ve eksiksiz bir değerlendirmesini değil, özellikle bugün içinde bulunduğu sıkışmışlığın kavranmasına katkı kaygısıyla seçildi. Kaldı ki, çoğunlukla somut bir kaygıya dayanmayan...
27 Mayıs’ın her yıldönümü genellikle tarih yorumu tartışmalarına, eski “ihtilalcilerin” anılarının gazetelerde tefrika edilmesine vesile olur. Ülke tarihinin en tartışmalı kesitlerinden biri olan 27 Mayıs bu yıl geleneksel boyutlarda bir ilgiye mazhar olamadı. Türkiye’de gündemi fazlasıyla dolduran başka başlıklar yüzünden olsa gerek… Yine de 27 Mayıs, üzerinden 36 yıl geçmekle birlikte, kapanmış bir defter değil....